20 Eylül 2015 Pazar

SSCB’DE MİLLİYETÇİ SOSYALİST ÖNDERLER

1917 Ekim devrimi, Doğunun sömürge halklarının bağımsızlığını kazanabilmeleri yolunda onlara büyük ümitler vermişti. Çarlık Rusya’sının Rus olmayan halka karşı sürdürdüğü emperyalist politikalar artık devam ettirilmeyecek, halklar inandıkları gibi yaşayıp, kendi kaderlerini kendileri tayin edeceklerdi. “Rusya’nın ve Doğunun Bütün Müslüman İşçilerine” adı altında Lenin ve Stalin imzaları ile yayımlanan çağrıda Doğu’nun ezilen halklarının yüreğine su serpecek mesajlar vardı. “Rusya Müslümanları, Volga ve Kırım Tatarları, Sibirya ve Türkistan Kırgızları ve Sart’ları, (Sart kelimesi ile Özbekler kastedilmektedir) Kafkas ötesinin Türk ve Tatarları, Çeçenler ve Kafkas dağlıları, sizler!..Camileri ve ibadethaneleri yıktırılmış, inanışları ve gelenekleri Çarlar ve Rusya’nın yıkıcıları tarafından boğulmuş olan sizler!..” diye başlayan bu çağrı, yüzyıllardır esarete, cahilliğe, yoksulluğa mahkum kalmış olan bir milletin çocuklarını devrimi desteklemeye çağırıyordu. 1917 yılından önce Türk Halkları arasında Sosyalist fikirlerin varlığından söz etmek mümkündür. Ancak bu hareketler çok zayıf ve dar coğrafyalarda mevcuttur. Rusların boyunduruğuna giren ilk Türk boyu Kazan Türkleri arasında 1905 devriminden sonra bazı sol-sosyalist fikirler ve örgütler oluşmuştu. Kazan Türkleri arasinda bu fikirlerin savunuculari daha çok “Tatar Ögretmen Okulu” ve “Muhammediye Medresesi” ögrencilerinin oluşturduğu guruplardı. Muhammediye Medresesi İsmail Gaspıralı Beğ’in eğitim reformları çerçevesinde kurulmuş bir medrese idi. Bu medrese öğrencileri 1904 yılında “Islahistler” adı ile bir araya gelirler. “El-Islah” adı altında gizli bir gazete çıkarırlar. Gazetenin sloganı “Bütün Şakirdler Birleşiniz” idi. Bu küçük gurup daha sonraları İdil-Ural Muhtariyetinin yöneticilerini, (Sadri Maksudi Arsal gibi) Kazan Türklerinin şair, yazar ve bilim adamlarını (Fuat Tuktarov, Fatih Emirhan, Abdullah Tukay,  Gaziz Gubaydullin) ve ilk sosyalist fikirlerin savunucularını (Ayaz İshaki gibi) içinden çıkarmayı başarabilmiş ve Kazan Türklerinin siyasal yaşamında oldukça önemli bir yer edinmiştir. Islahistlerin savundukları fikirlerin temelinde Gaspıralı’nın eğitim reformunun uygulanması  vardı. Rus karşıtı propagandalar, gösteriler yaparak siyasal özgürlüklerin sağlanması yolunu tutmuşlardı. Daha sonra ortaya çıkan “Berek”, “Tangcılar” gibi sol hareketlerin temelini de  bu “Islahist” gençler oluşturmuşlardı.

Azerbaycan’da ise 1904’te Neriman Nerimanov önderliğinde “Himmet” partisi kurulmuştu. Partinin diger bir yöneticisi de Mehmet Emin Resulzade idi.  Çar rejiminin baskilari ile zor duruma düşen “Himmet” yöneticilerinin bazilari Azerbaycan’dan kaçar. M.E. Resulzade’de Iran’a geçerek buradaki devrimci örgütlerle birlikte çalişir. Sosyalist hareketin sesi niteliginde olan“Iran-i Nev” gazetesinin yöneticiligini yapar. 1908-1911’de ki Tebriz ihtilalinde önemli roller üstlenir. Daha sonra Iran’dan da kaçmak zorunda kalan Resulzade önce İstanbul’a gelir. Sonraları tekrar Azerbaycan’a döner ve “Müsavat” partisini kurar. Müsavat Zenkovsky’e göre ne Türk Milliyetçisi, nede İslamcı bir partidir. O sosyalist bir parti niteliği taşımaktadır. Daha sonraki yıllarda kurulmuş olan Milli Azerbaycan Devleti’nin yöneticileri genellikle bu sol nitelikli partinin üyeleri olmuşlardır.

      Türkistan’da ise sosyalist özelliğe sahip hareketler Ekim devriminden sonra oluşmaya başlamiştir. Türkistan devrim öncesi feodal yönetimin ve Cedidizme karşi olan Kadimist ulemanin hakimiyeti altindadir. Emirlerin ve mollalarin yenilikçi gençlere karşi sürdürdükleri acimasiz tutum karşisinda, bu gençler Emire karşi Rus sosyalistleri ile ittifaka girişirler. Devrim öncesi Türkistan’da, 1916 yilinda Rus idaresine karşi büyük bir ayaklanma olmuştur. Türkistan’in yakin tarihindeki en büyük felaketlerden birisi olan ayaklanmada, sadece Yedisu’da öldürülen Türklerin sayisi 100.000’den fazla idi. Dogu Türkistan’a kaçmak zorunda kalanlarin sayisi ise 300.000 kişi civarindadir. Bu göç esnasinda ölenlerin sayisi 10.000, Sibirya’ya sürülenlerin sayısı ise 168.000 kişidir. Bazı kaynaklar ise ayaklanmada ölenlerin sayısını 673.347 kişi olarak göstermektedir.

      Türk Bölgelerinde devrimin yarattığı boşluktan faydalanarak kurulmuş olan Azerbaycan Milli Cumhuriyeti, İdil Ural Muhtariyeti, Alaş-Orda ve Hokand Hükümetleri Rusların baskıları sonucu fazla bir ömür sürememişlerdir. Bunun pek çok sebebi olduğu gibi en önemlisi Türk boyları arasında birliğin tesis edilememiş olması idi. Her ne kadar Gaspıralı İsmail Beğ’in çalışmaları sonucu Türk Birliği fikri Türkistan’a, Kazan’a, Sibirya’ya kadar yayılmış olsa da, bu ülküye inanmış aydınların sayısı çok fazla değildi. Kırım’dan, Türkistan’dan, Kazan’dan, Azerbaycan’dan, Türkiye başta olmak üzere  diş ülkelere, ögrenciler gönderilmiş, bu ögrenciler yurtlarina döndüklerinde Türkbirligi fikrini yaymaya başlamişlardi. Bunlardan bazilari Türk Dünyasinin yakin geçmişine damgalarini vurmuş olan,Türk Dünyasinin yetiştirdigi en büyük aydinlar arasina girmişlerdir. Kirim Türklerinden Türkolog Bekir Sitki Çobanzade Türkoloji alaninda “Dogunun ilk Profesörü” ünvanina sahip idi. Abdurrauf Fıtrat ise “Genç Buharalılar” örgütünün kurucularından idi. Daha sonraları ise Buhara Halk Cumhuriyetinin fikri babası” olarak kabul edilmiş, Sovyet siyaseti ile ters düştükten sonra ise profesör olarak üniversitelerde çalışmış, Türkoloji alanında büyük kıymete sahip eserler vermişti. O da “Özbeklerin ilk profesörü” olarak bilinmektedir.  Eğitim yolunda yapılan çalışmalar yeni yeni meyvesini vermeye başlamıştı ki, devrim patlak verdi. Birbirinden kopuk Türk Boylarının önünde pek fazla seçenek kalmamıştı. Milli Hükümetlerin Rusya ile giriştikleri mücadeleden zafer ile çıkmaları hemen hemen imkansızdı. Çünkü Doğuda yüzyıllardır süren bir geri kalmışlık mevcuttu. Bu geri kalmışlık sadece düşünce bakımından değil, teknolojik açıdan da mevcuttu. 1916 yılındaki tecrübe göstermiştir ki, karışıklıklar içinde bile olsa Ruslar, Türkler üzerindeki hakimiyetlerinden kolay kolay vaz geçmeyeceklerdir. Türk aydınlarının beyninde devrimi araç olarak kullanmak ve bu sayede Türk birliğini yaymak fikri oluşur.

      Sovyetlerdeki Milliyetçi Sosyalistlerden bahis açıldığında ilk akla gelen kişi şüphesiz Sultan Galiyev’dir. Bu gün hakkında hala pek çok araştırmalar yapılmakta, Türkiye ve Türk Dünyasının pek çok bölgesinde hayatı, fikirleri tanıtılmaktadır. Ancak Sultan Galiyev’i daha doğru değerlendirebilmek için döneminde kendisi gibi düşünen pek çok siyasetçi, bilim adami, yazar ve şairlerinde iyi taninmasi şarttir. Aksi takdirde onu yalniz başina Rus Bolşevikleri ile işbirligi yapmiş, daha sonralari bu fikrinden vazgeçip Türkçülük fikrine kaymiş bir önder olarak tanimlamak büyük bir yanlişliktir. Çünkü onun temel amaci, Dogunun Sömürge Halklarinin bagimsizliklarını kazanmalarıdır. Bu sömürgelerin çoğunluğu İslam toplumlarıdır. Galiyev’in kendisi de sömürünün en acımasız ve en uzun sürdüğü bir milletin, çocuğudur. İdil Ural Türkleri, bilindiği gibi 1552 yılında Kazan Hanlığının çöküşü ile Rusya’nın egemenliğine girmiş, yüzyıllar boyu emperyalist Rus politikaları altında zorla Hristiyanlaştırılmış, toprakları elinden alınmış, ezilmişliği sonuna kadar yaşamış bir halktır. Sultan Galiyev’de bu halkın çocuğudur. Onun Rus sömürüsünün Komünist maske altında devam ettirilmesine yardımcı olduğunu söylemek ona ve onun pek çok yoldaşına hakaret etmektir. Çünkü onlar bir yandan içinde bulundukları şartlara göre Rus Bolşevikleri ile birlikte hareket ederken, diğer yandan Sovyetler Birliğine bağlı olan Türk Bölgelerinin bağımsızlığı için gizli politik bir savaş vermişlerdir.

      Devrimden sonra Türk bölgelerinde yönetimde bulunan yerel yöneticilerin düşünce yapilari birbirinden farksiz gibidir. 1937-1940 yillari arasinda tamami yok edilmiş olan bu yöneticileri Ruslar, “Turan Devleti” kurmak amaci ile gizli örgütler oluşturmakla suçlamişlardir. Bu örgütlerin içinde yazarlar, şairler, bilim adamlari kısacası toplumun yetiştirmiş olduğu milli karakterdeki tüm aydınlar bulunmaktadır.                    

Bu önderler ve aydınlar arasında fikri açıdan mevcut bulunan bağ örgütsel açıdan da mevcuttur. Bu fikrin Kazan’daki adı “Galiyevcilik”, Azerbaycan’daki adı “Nerimanovculuk”, Türkistan’daki  adı ise “Rıskulovculuktur”. Bunların amacı ise Türk Bölgelerinin SSCB’den ayrılması bağımsız bir devlet olarak inşa edilmesidir.

      Bu önderlerin hemen hemen hepsi 1917 devrimi ile Bolşeviklerle işbirligi yoluna gitmişlerdir. Ancak gidilen yolun amaci ezilen Türk Halklarinin bagimsizliklarinin kazanilmasidir. Moskova’nin gerçek yüzü kisa zaman içinde görününce bu önderlerin Bolşeviklere olan inanci yok olmuştur. Sultan Galiyev’in Bolşeviklere olan inancının 1923’ten sonra (partiden atılması ile) kaybolduğunu iddia etmek yanlıştır. Çünkü o daha 1918’de Ruslarla bu işin yürümeyecegini anlamişti. Daha sonralari kendisini karalamak amacı ile ünlü bir eser yazmış olan Hacı Zahidullahoviç Gabidullin Sultan Galiyev’in kendisine 1918’de şunlari söyledigini yazar: “ 1918’de Sultan Galiyev’e rastladigim zaman bizi hemen şoven ve emperyalist buldugu Rus Komünist örgütlerinden ayrılarak kendimize özgü bağımsız Doğu Komünist Partisini kurmaya davet etti”. Galiyev partiden çıkarılmadan beş yıl önce Stalinle anlaşmazlığa düşmüştü. Galiyev’in çevresindeki Komünistlerin çoğunluğu proleter kökenden gelmeyen, hatta burjuva sınıfından, eski din adamlarından ve özellikle de “Cedidçilerden” oluşmaktaydı. Stalin için bu kabul edilemezdi. Ona göre bu devrimcilerle geçici olarak anlaşilabilirdi. Bu yüzden gerçek proleter Müslüman devrimciler yetişene kadar yerli bölgelerdeki yönetim Rus devrimcilerin eline verilmeliydi. Sultan Galiyev ise Stalin’in bu fikirlerini asla kabul etmez. Ona göre de Müslüman bölgelerindeki devrimcilerin kökenine bakmaksızın onların yönetime geçmeleri şarttır. Gerçekte görünen şey odur ki Sovyet hükümeti kuruldugu ilk günden beri yerli komünistlere güvenmemiştir. Rubinstein’in aşagidaki görüşleri Müslüman Komünistlere Moskova’nın bakış açısını gayet açık bir biçimde göstermektedir: “Sultan Galiyev ve benzerleri için Ekim Devrimi, Tatar reformizminden başka şey değildi. Partinin çalışmaları içinde yeni hiç bir yön göremiyorlar ve sadece “Cedid”ler tarafından getirilmiş olan reformlari genişleterek derinleştirecegine inandiklari için Komünist Partisine bağlılık gösteriyorlardı”

      Stalinle devrimin ilk yıllarında ters düşen tek önder Galiyev değildi. SSCB’deki Milliyetçi Komünist önderler arasında Türkbirliği fikrine belki de en fazla inanan ve Stalin’e karşı en cesur çıkışları yapan kişi olan Turar Rıskulov’da Bolşeviklerin siyasetini ağır bir dille eleştirmişti. M.V. Frunze Rıskulov ve yerli halkların durumu hakkında Lenin’e yazdığı mektubunda “yerli komünistlerin, gerçekten komünist olmayan elementlerden oluştugunu, ve devrim yillarinda oluşan tek objektifli durumdan dolayi komünizm bayragini yükseltmeye mecbur kaldiklarini” yazar. V.V. Kuybişev’de 1919 yilinda Türkistan’in yerli komünistleri ile Ruslar arasindaki çekişmeden sonra “Riskulovcular” hakkinda şunlari söyler: “Riskulovculuk; bu Şura Hükümetinin Türkistan’da yürüttügü milliyetler siyasetine karşi çikmaktir. Onlarin gerçek talebi Türkistan’da yaşayan bütün milletlere eşitlik saglamaktir. Bu talep yerleşmiş siyasete aykiri geldiginden, partiler arasinda keskin ihtilaflar oluştu. Meclislerin VIII. oturumundan sonra Rıskulovcular bu mücadeleyi kazandılar. Rıskulov başçılığındaki ileri gelenler “Avrupa (Avrupa’dan kasıt Rusya’dır) sömürgeciliğinin zulmünden kurtulmak ve milletin kendi kendisini yönetmesini sağlamak” maksadını amaçlamışlardır. Rusların komünizmi bir maske olarak kullandıkları ve Çarlık zamanındaki sömürgelerinden asla vazgeçmek niyetinde olmadıklarını gösteren bir delilde, Rus Komünisti İ.E. Lyubimov’un 1920 yılında TKP (Türkistan Komünist Partisi) V. kurultayı ve Türkistan Cumhuriyeti Şuralarının 9. kurultayında “Rıskulovcular” hakkında yaptığı konuşmasıdır. Lyubimov burada “ Müslümanlar Rusların yardımı olmaksızın hayatta kalamazlar. Onlar memleketi yükseltmeyi beceremezler” der. Milli Mücadelede Türkiye’yi mandası altına almak isteyen emperyalistlerin sözlerini hatırlatan bu sözleri söyleyen Lyubimov daha sonra “Türkistan’da Rusya’nın gücünü göstermek için Moskova’dan Türkkomissiya’nın (Türkistan Komisyonu) gelmesini” ister.  Rıskulov, hakkındaki bu iddiaların ileri sürülmesi için ne yapmıştı? Yukarıda da belirttiğimiz gibi Sovyetlerin milliyetler siyasetini devrimin ilk yıllarından beri çok açıkça tenkit eden liderlerin başında gelmekteydi. 1919 yılının 18 Ekiminde Ülke Parti Komitesinin toplantısında Rıskulov Rusları kızdıracak olan şu konuşmayi yapmişti: “Türkistan’da Şura Hükümeti iktidara geçeli iki yil oldu. Fakat bu hükümet Müslüman emekçiler için ne yapti? Bu hükümetin Müslümanlarla ne gibi ilişkileri oldu? Ben bu konu hakkinda bir şeyler söylenmesi gerektiğine inanıyorum. Biz bu meselede kendi programımızın hiçbir kaidesini gerçekleştiremedik. Özde de hiçbir şey yapamadik. Müslüman topluluk gasp ve eziyet objesi olarak kalmaya devam etti. Bazi Rus Bolşevikleri sonuncu parti toplantisinda şövenist düşüncelerini açikça gösterdiler. Elbette böyle bir durumdan sonra Rus komünistlerine güvensizlik doğmuştur. Hatta ben bile ideolojiye inanan bir komünist olmama rağmen bu güvensizlik içindeyim. Ben böyleyken diğer Müslüman emekçilerine ne denilebilir?" Türkistanlı Komünistlerden Sovyetlerin uygulamalarına karşı çıkan sadece Rıskulov değildir. Dönemin tüm yerli komünistleri Sovyetlerin “Basmacılarla” mücadele adına giriştikleri katliamları eleştirirler ve bu uygulamanın Sovyet Hükümetinin, Çarlık Rusya’sından pek fazla farklı olmadığı gerçeğini dile getirirler. Kazak Türklerinin yüzyılın başında yetiştirdiği büyük bilim ve siyaset adamı Ahmet Baytursun 1919’da şunları yazmıştı: “Kırgızlar (Kırgız kelimesi o yıllarda Kazak Türklerini ifade etmekteydi, şimdiki Kırgızlar ise “Kara Kırgız” diye adlandırılmaktaydı) birinci devrimi (Şubat 1917) sevinçle, ikincisini ise büyük üzüntü ve şiddetle karşıladılar. Bu kolaylıkla açıklanabilir. Birinci devrim onları çarlık rejiminin baskısından kurtardı ve sonsuz özerklik rüyalarının gerçekleşme umudunu kuvvetlendirdi. İkinci devrim, şiddet, yağma, haksız vergi toplama ve bir diktatörlük rejiminin kurulmasıyla birlikte gerçekleşiyordu. Kısacası tam bir anarşi izlenimi veriyordu. Eskiden Çarlık memurlarından oluşan küçük bir grup, Kırgızlar üzerinde baskı uyguluyordu, şimdi aynı kişilerden veya başkalarından oluşan grup Bolşevik adı altında, çevrede aynı rejimi sürdürmektedir.” Bu açıklamalar göstermektedir ki Türkistanlı Komünistlerin Ruslara güvenleri yoktur. Olmaması da doğaldır. Çünkü Hokand muhtariyetini ortadan kaldırmak için Türkistan’a saldıran Kızıl Ordu birlikleri Türkistan’da çok büyük katliamlar yapmışlardır. Özellikle Kızıl Ordu birliklerinin arasında bulunan Ermeni Taşnaksutyun partisinin adamlarının yaptıkları katliamların haddi hesabı belli değildir. 19/20 Şubat 1918’de Hokand’da Kızıl birlikler 10.000’den fazla Türk’ü katlederler. 1918’in sonlarında ise Margilan’da 7.000, Andican’da 6.000, Namangan’da 2.000, Bazarkorgan ile Hokand-Kışlak arasındaki köylerde yaklaşık 4.500 insan katledilmiştir. Şurasi bir gerçektir ki “Basmacilar” adı verilen Milli Kurtuluş Hareketi Sovyet Hükümetinin uygulamaları sonucu oluşmuştur.

      Turar Rıskulov Basmacılar hakkında yaptığı konuşmasında  olayların, “Taşnaksutyun” partisinin emri ile Türklere karşı işlenmiş olan suçlara karşı duyulan bir tepki olduğunu  söylemiştir. Fergana olaylarını tartışmak üzere toplanan Müsbüro toplantısında Rıskulov’un olayları durdurmak üzere hazırlamış olduğu tezler kabul edilir. Buna göre:

1-Türikatkom’dan meseleyi acilen inceleyip, Ergaş, Madaminbek, Mahkam ve Hal Hoca (Türkistan’daki Basmaci önderleri) emrindeki bütün Müslüman emekçilere af ilan edilmesi, silahlarinin geri verilmesi, Şura hükümeti tarafina geçmeleri ve bariş içinde yaşamalari için davette bulunulmasi;  

2-Onların hayat garantileri sadece kağıt üzerinde temin edilmeyip, gerçekten hayata geçirilmesi ve onların zararlarını karşılamak amacı ile maddi yardım yapılması;

3-Ezilen Halklar adına, ezenlerin milli sömürü siyasetlerine karşı cesurca mücadele edilmesi;

4-Kızıl Ordu içindeki bozguncu Ermenilerin silahtan arındırılıp temizlenmesi, bununla beraber güvenli işçilerle parti üyelerini silahlandirarak, barişçi halka karşi yapılacak herhangi bir zulüm katiyen yasaklanması. Rıskulov görüldüğü gibi Basmacıların en önde gelen önderlerine sahip çıkmakta ve askerlerine silahlarının geri iadesini istemektedir. Rıskulov’un hayata geçirmek istediği en önemli düşüncesi Türkistan’da yerli halktan oluşan milli bir ordu kurmaktir. Basmaci önderlerine af çikarilması, askerlerine silahlarının geri verilmesi ve güvenli kişilerden oluşan bir ordu kurulması teklifinin ardında yatan gerçek onun düşüncesinde ki Türkistan’ın Milli Ordusunu oluşturmaktir. Riskulov’un Basmacilar hakkindaki yazişma ve konuşmalarında yerli halk kesinlikle suçlu bulunmamaktadır. Türikatkom başkanı A. Kazakov’a gönderdiği 11 Mayıs 1919 tarihli mektubunda da Fergana olayları hakkında şöyle bilgi vermekteydi: “Fergana olayı Hokand olaylarından sonraki zamanda meclistekilerin yanlış hareketlerinden dolayı meydana gelmiştir. Fergana vilayetindeki bütün olayların akışında Ermenilerin Taşnaksutyun partisinin yıkıcı hareketleri görülmektedir. Kızıl Ordu bölümleri Basmacılarla mücadele etmenin yerine, hepsi ayyaş olan ve cephanelerini solcu eşkiyalara satan (özellikle Ermeniler) ve geçtikleri yerlerde eşkiyaları sakladı diye barış içinde yaşayan kasabaları talan eden kimselerdir. Ermeniler topluca Özbek kızlarına tecavüz edip, kadınlarla çocukları kesmişlerdir. Bu olayların hepsi Müslümanların gururunu kırıp, namuslarını kirlettiğinden dolayı, onlar kaçarak Basmacılarla birleşmişlerdir.”

      Turar Rıskulov Türkistan tarihinde gerçekten de adı ayrıca anılmaya değer bir Türkçüdür.  26 Aralık 1894’te Yedisu oblastında, Doğu Talğar’da doğdu. Babası Rıskul Cılkaydarulı Ruslar aleyhinde ayaklanmalara katılmak suçu ile 1905 yılında Sibirya’ya sürülmüştür. Turar babası ile birlikte burada Prihodka hapishanesinde hizmetçi olarak çalışmıştır. 1907-10 yılları arasında Merkez şehrinde Rus okulunda eğitim gördü. 1910 yılında Bişkek’teki Ziraat okuluna girdi. 1914 yılında buradan mezun oldu. Taşkent’e giderek 1916 yılındaki ayaklanmaya katıldı ve hapsedildi. 21 Ekim 1917’de Evliya Ata şehir Sovyetlerinin başkanlığına seçildi. 1919’da Türkistan Sovyet Cumhuriyetinin  Sıhhiye İşleri Bakanı oldu. Aynı yıl Türkistan Sovyet Cumhuriyeti İcra Komitesinin Başyardımcısı seçildi. 1920’de Komünist Partisi Müslüman Bürosunun ve Türkistan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti İcra Komitesi Başkanı (Cumhurbaşkanı) oldu. 1921-22 yıllarında  Moskova’da Milliyetler Halk Komiserliğinde Muavin olarak çalıştı. (Stalin’in diğer yardımcısı da Sultan Galiyevdi) 1923-24’te Türkistan Muhtar SSC Halk Komiserleri Şurasının Başkanı olarak görev yaptı. Bu tarihten sonra onu Moskova’da göz önünde bulundurmak amacı ile Komünist Beynelmilel Komitesinde Doğu Teşkilatları Başkan yardımcısı olarak görevlendirdiler. 1926’dan itibaren Kazakistan Komünist Partisi Basın Bölümü Müdürü olarak görev yaptı. Türkistan Cumhuriyetinin başkani oldugu sirada eski Alaş-Orda’cilari önemli görevlere getirmişti. Kendisine “Üstad” olarak baktigi Alaş-Orda Milli Hükümetinin kurucularından, Ahmet Baytursun’u Maarif Komiserliğine, (Alaş-Orda hükümetinde de Maarif Bakanıdır), Yine Alaş-Orda’nın bakanlarından Halil Dostmuhammedov’u, Halk Komiserler Meclisi içinde yayınlar ile ilgili bölümün başina getirir. Bu işleri yaparken ugradigi saldirilara cevap olarak ta bu insanlarin Türkler arasinda yetişmiş uzmanlar oldugunu, Alaş-Orda Hükümetinde Içişleri bakanı olan Muhammetcan Tınışpayev’in Türkistan’da yerli halk arasından çıkan tek mühendis olduğunu, Baytursun’un Kazak Dilinin Gramerini yazan, Halil Dostmuhammedov’u da Zooloji üzerine çalışmalar yapan tek bilim adamı olarak vasıflandırır. Eski Alaş-Orda Hükümetinin Türkçü liderleri bir anda “Komünist” olmuşlardi. Ancak onlarin nasil ve ne kadar “Komünistleştiklerini” Ahmet Baytursun’un kendisi gayet güzel açiklar: “Alaş Orda’yi Sovyet rejimine dogru dönmeye zorlayan sadece Çarlık rejimine geri dönüşü vadeden Kolçak’ın politikasıdır, her ne kadar yerel Bolşevikleri gördükten sonra bu pek de çekici bir alternatif olarak görünmese de.”  Baytursun’un bu sözleri Rıskulov’un kadrolaştırdığı bu kişilerin komünizme bakış açılarını açıkça sergilemektedir. Bu sözler Frunze’nin Milli Komünistler hakkındaki tanımlamasının gerçek olduğunun da isbatıdır. Alaşçıların bu kadrolaşmasını Rus yazarlardan A. Anuşkin’de açıkça belirtmektedir: “1925 yılına kadar milli eğitim, basın ve Kazak okulları, kuruluşları, Halk Komiserliği, karşı ihtilalci milliyetçiliğin kalesiydi. Bunu anlamak için Baytursun ismini hatırlamak kafidir. Anti-Sovyet hareketinin başi, Egitim Halk Komiseri “Narkom” olan bu şahis, arkadaşi Dulatov’la birlikte istedikleri gibi basını kullanıyorlardı. Bunlar yüzde yüz Alaş-Orda milliyetçilerinin ellerindeydi”. Alaşçilarin Komünist Parti içindeki faaliyetleri hakkında Kazakistan Komünist Partisi Sekreteri Goloşçekin 1927’de raporunda şunlari söyler: “ Savaş Kolçak’la birlikte hezimete ugratilan Alaş-Orda taraftarları, kendilerini gizleyerek Sovyet organlarına ve komünist partinin içlerine kadar girdiler ve burada pis işlerini sürdürdüler...Alaş partisi, kitleler halinde partiye girerek burada parti yönetmeliğinin de ardına gizlenerek kendi Alaş-Orda fikriyatını devam ettirdiler. Onlar, Türkistan’daki devrim karşitlariyla ve onlarin Orenburg’daki, Alma-Ata’daki, Semipalatinsk’teki ve diger şehirlerdeki şubeleri ile birleşiyorlardı...Gençliğe ve basına hükmetmek ilk vazifeleri idi. Yoldaşlar, burada alıntı yaptığım bütün dökümanlar tasfiye edilmiş devrim karşıtı teşkilatlarından olan milliyetçi Baytursunov’un sözleridir. yine şu anda tasfiye edilmiş olan Tinişbayev’in, Ermakov’un ve Dostmuhammedov’un devrim karşıtı, milliyetçi teşkilatları hala varlıklarını sürdürmekteler... Milliyetçi Omarov, Baytursunov’un partiye girmeyen hareket adamlarını partiye (komünist Partiye) sokabilmek için onları sürekli tahrik ettiğini söylemişti...Baydildin, konuşmasinda 1. Saidvakkasov’un Orenburg’dan Semipalatinsk’e gelmesinden sonra, Sovyetlerin durumunun kötüye gittigi ve Türkistan’da Basmacılığın sürekli güçlendiği ve herkesin değişiklikler için hazır olması gerektiği şeklinde söylentiler dolaştığını belirtmişti.”

      Rıskulov’u etkileyen önderlerden birisi de Münevver Kari’dir. “Taşkent Cedidlerinin Atası” olarak bilinen Münevver Kari Türkistan’da ilk yeni usul mektebin kurucusudur. Eski bir imam olan Münevver Kari Türkçe hutbe okuduğu gerekçesiyle Türkistan’ın “Kadimist” uleması tarafından kafir ilan edilir ve görevinden uzaklaştirilir. Bundan sonra Semerkand Müftüsü Mahmud Hoca Behbudi ile birlikte Türkistan’da Türkçe gazeteler çikarir (Hurşid, Terakki, Sada-yi Türkistan gibi). Ardından dernek kurup Türkiye’ye öğrenci gönderirler. (Cemiyet-i Hayriye adlı bu derneğin Türkiye’ye gönderdiği öğrenciler arasında Abdurrauf Fıtrat ve Azerbaycan’da 1938 yılında öldürülen Türkolog Halid Seyid Hocayev’de vardır) 1916 yılındaki ayaklanmayı Mahmud Hoca Behbudi’nin evinde yapılan bir toplantı ile organize ederler. Devrim yıllarında Türkistan Merkezi Şurasını oluşturur. Bu Şura Türkistan’da Muhtariyet ilan edilmesinde en çok emeği geçen örgüttür. Daha sonra Şura Bütün Türkistan’ı içine alacak olan bir Cumhuriyet kurma yoluna gider. Ancak Rusların Muhtar Cumhuriyetleri istila etmesi ile bu proje gerçekleşemez. 1918’den sonra Bolşevik partisine girer. 1920-22 yillarinda Türkistan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti Eğitim İşleri Halk Komiseri olur. (1922’den sonra Ahmet Baytursun bu göreve getirilir) Türkistan’daki Rıskulovcular gurubunun görünmeyen lideri konumundaki Müevver Kari Türkistan’daki bağımsızlık hareketlerinde olsun, eğitim alanındaki yeniliklerde olsun emeği en çok geçen kişilerden birisidir.

      Turar Rıskulov Moskova’yı çileden çıkaran fikirlerini, 1920 yılının 17 Ocağında Türkistan Komünist Partisinin V. Kongresi ve Müslüman Bürosu Örgütleri III. Konferansında dile getirir. Rıskulov bu konferansta “Milli Meseleler ve Milli Komünist Bölgeler” adlı bir rapor hazırlar. Bu raporda savunduğu tezlerden bazıları şunlardır:

1-Sırderya, Cetisu, Fergana, Semerkand ve Zakaspi vilayetlerinden oluşan Türkistan Kırgız, Kazak, Özbek, Türkmen, Karakalpak, Kıpçak, Tatar, Uygur, Dungan, v.s. ile beraber Türk asıllı olmayan Tacik ve Yahudiler dahil edilerek Türk Halklarının Vatanı olarak kabul edilsin. Rus, Yahudi, Ermeni ve diğer unsurlar göçmen olarak kabul edilsin.

2-RSFSR (Rossiskaya Sovetskaya Federatsiya Sotsialistiçeskih Respublik) Anayasasının 2. maddesine göre Türkistan Otonom Cumhuriyeti Milli Meclis Cumhuriyeti olarak kabul edilsin. Burada kende kendini idare eden halk yerli Türk halkıdır. Dolayısıyla “RSFSR’nin Türkistan Cumhuriyeti” adı, coğrafi özelliği yönünden onun milli niteliğine uysa da, düşüncenin aydınlığa kavuşması için RSFSR’nin Türkistan Cumhuriyeti yerine “RSFSR’nin Türk Cumhuriyeti” diye adlandırılması gerekir. Bununla beraber ülkedeki hükümet teşkilatlarinin adini tekrar degiştirmek lazimdir.

3-Türk Meclis Cumhuriyeti memleket hizmetine ve anayasaya dayalı biçimde kurulmalıdır. Bu durum yerli halkın hayati tarihi ve ekonomik taleplerine denk düşer.

4-Şimdiki Sosyalist kuruluş esnasinda sadece toprak açisindan degil, bununla birlikte halklar arasinda da sinirlar yavaş yavaş yok olacagi zaman Türkistan, sadece beş vilayetten oluşan bir cografya olarak sinirlandirilmasin. Aksine Türk Meclis Cumuhuriyetine dahil olmak isteyen diger cumhuriyetlerin kabul edilmesine imkan taninsin. (Riskulov,Türk Meclis Cumhuriyetini kurarak ileride bu Cumhuriyetin dışinda kalan Tataristan, Başkurdistan, Nogay topraklari, Azerbaycan’inda yavaş yavaş bir

leşmesini saglayarak ileriki bir aşamada Türk Asilli Halklarin Milli Konfedarasyonu’nun kurulmasini planlamişti. Bu madde ile Sultan Galiyev’in kurmak istediği “Turan Cumhuriyetine” yol açılmış olacaktı.)

6- Emekçiler ve ezilmiş halklari enternasyonal yoluyla birleştirmek için, Türk Halklarının, tatar, Başkurt, Kırgız, kazak, Özbek v.s. olarak bölünerek küçük cumhuriyetler kurma fikrini komünist propaganda yoluyla yok etmek ve bütünlük amacı için RSFSR’ye katılacak diğer Türk Halklarını, Türk Meclis Cumhuriyeti etrafında birleştirmek gereklidir. Bu mümkün olmadigi takdirde ayri Türk Halklarini cografyalarına göre kendi aralarında birleştirmek gereklidir. (Burada kastedilen Türkistan’ın dışında kalan Türk bölgelerinin kendi aralarında birliğe gitmelerinin gerekliliğidir. Örneğin Tataristan’ın ve Başkurdistan’ın ayrı ayrı cumhuriyetler olarak değil Sultan Galiyev’inde savunduğu gibi Tatar-Başkurt Cumhuriyeti olarak kurulması gibi)

8-Halk mücadelesinin başarili olmasi için konferans; Cumhuriyetin genel federatif özelligi olan bazi teşkilatlarin merkezileştirilmesine karşi degildir. Bununla beraber Türkistan’in Merkezden uzakligini, bölgesinin genişligini, etnografik, topografik ve yaşam özelliklerini dikkate alarak, Türk Meclis Cumhuriyetinin Merkez Hükümetine iç (cumhuriyet olarak) yasa çikartilmasi ve geniş yetkilerin verilmesini savunuyor.

Rıskulov yine aynı toplantıda kurulacak olan “Türk Meclis Cumhuriyeti” ile ilgili aşağıdaki tezleri savunur;

-Türkistan yerli Türk asıllı halkların tarihi vatanıdır. Onlar örf, adeti ve hayat biçimi olarak ikiye ayrılırlar: göçebe ve yerleşik yerliler. Halkın diğer bölümü (Türk olmayan Müslümanlar hariç) göçmen olarak kabul edilmelidir.

-Türkistan’ın yerli Türk Halklarının tarihi vatanı olması sebebiyle Türkistan Cumhuriyetinin adının “Türk Meclis Cumhuriyeti” (veya RSFSR’nin Türk Cumhuriyeti) olarak değiştirilmesi gerekir.

-“Türk Meclis Cumhuriyetinin” sınırları başka Türk Cumhuriyetlerinin katılımı için her zaman açıktır. Gelecekte Türk Cumhuriyetlerinin Konfederasyon halinde devletini kurmak için hazırlanmak gerek.

-“Türk Meclis cumhuriyetinin” yeni anayasası kabul edilip bu cumhuriyetin RSFSR ile ilişkisinin hukuki yönden belirlenmesi gereklidir. “Türk Meclis Cumhuriyetinin” tarihi objektif durumu göz önünde bulundurularak, RSFSR yöneticilerinin bu kanunların getirilmesine engel olmamaları gereklidir.

-“Türk Meclis Cumhuriyetinin” resmi dili Türk Dilleridir.

-“Türk Meclis Cumhuriyetinde” kendi kendini yöneten halk yerli Türk Halklar olduğundan, devlet yönetimi bu halkların vekillerinin elinde bulunacaktır. O zaman Türkkomissiya (Türkistan Komisyonu)gibi organların gereksizliği anlaşılacaktır.

-Kalıplaşmış tarihi durumda “Türk Meclis Cumhuriyetindeki” siyasi idare cumhuriyetteki tek siyasi parti olan komünist partinin eline verilir. ancak Türkistan’ın yerli halkının milli haklarını göz önüne alarak partinin adının “Türk Halklarının Komünist Partisi” olarak değiştirilmesi gerekir. “Türk Halklarının komünist Partisi” RKP ile ilişkilerini, onun bünyesinde muhtar parti olarak çözümleyecek, “Türk Meclis Cumhuriyetinin” Türk asıllı olamayan halkları için “Türk Halklarının Komünist Partisi” bünyesinde milli bölümlerin açılmasına izin verilecektir.

Görüldüğü gibi Rıskulov’un ve yoldaşlarının talepleri tamamıyla Türkbirlikçi fikirlerin etkisindedir. Rıskulov Türkistan’da yerli halktan kurulan bir bağımsız ordu olması gerektiğini de vurgulamıştır. Bu durum karşısında Moskova atağa geçer.

 Frunze Rıskulov’a ağır eleştirilerde bulunur. Aslında Türkistan Komisyonu bu kararları onaylamak niyetindedir. Ancak Frunze’nin gelmesi ile birlikte Türkkomissiya 24 Şubatta bu kararları reddeder. RKP Merkez Komitesi bununla da yetinmeyerek 8 Mart 1920’de “Türkistan’ın Muhtariyetine Dair” kararını alır. buna göre “Türkistan toprağında sadece tek bir merkez komitesi olan tek bir Komünist partisi olabilir. Türkistan Komünist Partisi sadece RKP(b)’nin bir bölge örgütüdür ve Türkistan RSFSR’ninbir muhtar cumhuriyetidir”Haziran 1920’de Rıskulov ve yoldaşları durumlarını Lenin’e izah etmek için Moskova’ya giderler. Ancak Lenin’den istedikleri hiç bir yanıtı duyamazlar. Lenin daha sonra bu konu ile ilgili RKP(b) onuncu kongresinde Pantürkist Sapmacılar hakkında şu beyanatı verir: “Geçmişin hayaletlerinden tümüyle kurtulmamış olan...yerli komünistler milli partikülarizmin önemini abartma eğilimindedirler...Mazlumların sınıfsal çıkarlarını ihmal etme ve bunları sözüm ona milli çıkarlarla birbirine karıştırma eğilimindeler. İkincisini birincisinden nasıl ayırt edeceklerini bilmiyorlar ve parti çalışmalarını münhasıran ezilen kitlelere nasıl yönelteceklerini bilmezden geliyorlar. Bu durum doğuda zaman zaman Pan-İslamcılık ve Pan-Türkçülük biçimini alan burjuva-milliyetçiliğin ortaya çıkışını açıklıyor.” Rıskulov artık Rusların gözünde bir “Pantürkist”tir. Ruslar üzerine “Pantürkist” diye geldikçe o daha ateşli konuşmalar yapmaktan çekinmez. Bütün Rusya Türk Halkları Komünistleri II. Toplantısında kendisine yöneltilen suçlamalara cevap verir: “Türk dilli halkların yakınlaşmasına engel olma amacıyla, kasten iftira edilen ve kötülenen Pantürkizm adıyla resmi şekilde tarifi yapılan düşünceye başka bir bakış açısından bakılması gerek.” Rıskulov devam ederek “Pantürkizm fikrinin Türk asıllı halklar için çok büyük faydası olduğunu” açıklar. “Bir çokları onu Panislamizm, yani dini ittifak ile kıyaslasalar da bu meselenin bizim için çok önemli olduğunu söylememiz gerek. Avrupalı emperyalistlerin tarif ettikleri Pantürkizm hayatta olmamıştır. Onun başka türü var. Bizim kastettiğimiz Türkiye, emperyalist Türkiye’dir. O şu anda yok. Doğunun pek çok halkını arkasından sürükleyen yeni Türkiye var. Bizim elimizde, Asya’da, Türkistan’da toplumu Şura kuruluşuna çekmede, çok önemi olan Kemalist ayaklanmanın tecrübesi var. Bunu görmemezlikten gelemeyiz. Ayrıca Pantürkizmi eski bakış açısından incelemenin gereği yok.” Açıkça Pantürkizmi savunan Rıskulov konuşmasının sonunda daha da ileri giderek şunları söyler: “Şimdi Kemalist Türkiye, Türk Halklarının gerçekleştirdiği devrimin idareciliğini Meclisi Rusya yapamaz diye açıklamada bulunuyor. Onların söylediklerinin doğru olduğunu kabul etmemiz gerekir.” Bu sözlerin sahibi olan Rıskulov Türkistan’ın Komünist Rus emperyalizmine mahkum edilmesinde ne kadar emek çekmiştir? Milli Sosyalistlerin gerçekte düşündükleri ile Sovyetleşen Ruslarin uygulamaları arasında katiyen bir yakınlık yoktur.

      Türkistan’ın yetiştirmiş olduğu önderlerden diğer ikisi de Feyzullah Hoca ve Akmal İkramovdur. Feyzullah Hoca 1896’da Buhara’da milyoner bir tüccarın oğlu olarak dünyaya gelmiştir. Eğitimini Petersburg’da görmüştür. Buhara’ya döndükten sonra “Genç Buharalılar” örgütüne üye olmuştur. Bu örgütün kurucuları çoğunluğu Türkiye’de eğitim almış gençlerden oluşmaktaydı. Bunların en başta geleni ise Abdurrauf Fıtrat idi. İstanbul’da eğitim aldıkları sırada etkilendikleri “Genç Türkler” hareketine olan sempatileri ile örgütlerine “Genç Buharalılar” adını vermişlerdir. Başlıca hedefleri Buhara da ki Emir baskısını kırmak ve Cedid hareketini yaymak olan bu örgütün elemanları daha sonraları Emir tarafından çeşitli katliamlara maruz kalmış ve Türkistan’ın diğer şehirlerine kaçmışlardır. Buhara Emirini devirmek amacı ile Sovyetlerle işbirliğine giderek Buhara’ya Rus ordularının yardımı ile girebilmişlerdir. 6 Ekim 1920’de Buhara Halk Cumhuriyetinin ilan edilmesinden sonra Feyzullah Hoca Başbakan ve Dişişleri Bakani olmuştur. Cumhurbaşkanligina ise daha sonraları Türkiye’ye göç eden Osman Kocaoğlu getirilmişti. Milli Mücadele yıllarında Sovyetlerden gönderildiği iddia edilen para yardımının da aslında Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından gönderilmiş olduğu bilinmektedir. Lenin, Osman Kocaoğlu ve Feyzullah Hoca ile görüşüp Türkiye’ye maddi yardım yapılması konusunda fikirlerini alır. Osman Kocaoğlu’da istenilen altın paranın Buhara Halk Cumhuriyeti tarafından karşılanabileceğini söyler. Bu iş içinde Başbakan Feyzullah Hoca ve Ruslardan oluşan bir kurul oluşturulur. Kurul yardim miktarini 100.000.000 altin ruble olarak kararlaştirir. Hemen bu miktar toplanip Moskova’ya teslim edilir. O günün şartlarında bu miktar 59.000.000 TL. yapmaktadır. Ancak Ruslar bunun sadece 8 milyonunu Türkiye’ye gönderir, kalanını ise kendi hazinesine aktarır. Buhara Halk Cumhuriyeti, Milli Mücadeleye yardım etmekle kalmaz Mustafa Kemal’le diplomatik ilişkilerde kurar. Sakarya zaferini kutlamak üzere 17 Ocak 1921’de Buhara Halk Cumhuriyetinden bir heyet Ankara’ya gelir ve Mustafa Kemal  ile görüşür. Mustafa Kemal’e zaferin hediyesi olarak üç adet kiliç ve Timur’a ait  Kura’an-i Kerim’i  verirler. Mustafa Kemal meclis kürsüsünden şu konuşmayi yapar: “ Türkistanli kardeşlerimiz, Sakarya zaferi münasebetiyle bize üç kılıç ve bir de Kur’an-ı Kerim göndermişler. Türk milleti adina kendilerine teşekkür ederim. Bu mukaddes kitabi Türk milletine hediye ediyorum. Bu üç muazzezlerden (kiliçlardan) birini ben aldim, ikincisini, Batı Cephesi kumandanı olarak  İsmet Paşaya verdim. Üçüncüsünü de İzmir fatihine saklıyorum. bu kılıç İzmir’e ilk giren kumandanın beline takılacaktır” Mustafa Kemal Buhara’nın bağımsızlığına gerçekten çok önem vermiştir. 1 Mart 1921’de imzalanan Türkiye Afganistan İttifak Antlaşmasının 2. maddesine şu şartı koydurur: “Tarafeyni Aliyeyni Akideyn bütün Şark milletlerinin azadi ve hürriyeti kamileye ve hakkı istiklale malik olduklarını ve bunlardan her milletin bizatihi ve arzu ettiği herhangi bir usul ve tarzı idarei Hükümet ile kendisini idarede muhtar olduğunu Buhara ve Hayva (Arap harfli metinde Hive olarak yazılmış olsa da, çeviride yanlış olarak Hayva yazılıdır) Devletlerinin istiklalini tasdik ederler” Feyzullah Hoca Buhara Halk Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra Harbiye Mektebi, Polis Okulu ve Öğretmen Okulu açtırarak bunların başına Türkiyeli subayları geçirtmiştir. Ruslar bu olaylardan telaşa düşmüş ve Harbiye Okulunun kapatılmasını ve Türkiyeli subayların Buhara dan çıkartılmasını istemişlerdir. bununla da kalmayarak, Ankara Hükümeti tarafından Buhara Halk Cumhuriyeti nezdine gönderilen elçilik heyetinin Batum dan Buhara ya geçmelerine izin vermemişlerdir. Aynı günlerde Ankara’ya gelen Buhara elçileri Recep bey ve Nazıri Bey Moskova’ya çağrılarak idam edilmişlerdir.  1923 yılında Buhara Halk Cumhuriyeti’nin tüm yöneticileri Ruslar tarafından tevkif edilerek Moskova’ya götürülmüştür. Burada Feyzullah Hoca “Sovyet Rusya politikasina uygun hareket edebilecegini” bildirmiş ve geri gönderilmiştir. SSCB’deki diğer Milli Yöneticiler için geçerli olan Rus görüşü Feyzullah Hoca içinde geçerlidir. Sovyetlerin Buhara’ da ki temsilcisi 1922’de şu beyanati vermiştir: “Feyzullah Hoca gurubu için komünizm ideal olarak kabul edilmemektedir. Benim fikrime göre Komünizm Feyzullah ve arkadaşlarina kendi hakimiyetlerini muhafaza için gereklidir.” Feyzullah Hoca Moskova’nın Türk Bölgelerindeki tutumunu da açık bir dille eleştirir: “Eğer sosyalist partileri, halkların hürriyetlerini tanımazlarsa, onlarla eşitlik esasında birlikte çalışmazlarsa ve mazlum halklara onları ezen milletlerden ayrılma hakkını vermezlerse, o zaman onların hürriyet hakkındaki konuşmaları yalancılıktan başka bir şey olmaz.” Feyzullah Hoca’nın mazlum halk dediği Türk halkı, ezen millet dediği de Ruslardan başkası değildir. Nitekim 1924’te Rıskulov’un adını “Türk Cumhuriyeti” olarak değiştirmek istediği “Türkistan” beş parçaya ayrılır. Feyzullah Hoca ve tüm yerli komünistler bu karara itiraz ederler. Bu itirazlardan birisi de, Sultan Hocan’dan gelir. Rudzutak’ın Taşkent’te TKP’si İcra Komitesi toplantısında Türkistan’ın ayrı cumhuriyetlere ayrılmasını savunması üzerine Hocan, Rudzutak’a şu cevabı verir: “Türkistan’ı ayrı cumhuriyetlere parçalamak mümkün değil, çünkü bu ülkede Özbek, Türkmen ve başka milletler yoktur. Eğer bu ülke taksim edilecek olursa, o zaman,Özbek Türkmen gibi Türk uyruklarına yalnız varlık verilmiş olunacaktir.”    Ancak itirazın sonucu gelmez. Çarlık Rusya’sını bile aratan Sovyet Hükümeti Türkistan Türklerinin başına gelen en büyük felaketi gerçekleştirir. Türkistan artık yoktur. Moskova masa başında, binlerce yıllık Türk vatanını istediği gibi biçimlendirir. Feyzullah Hoca da Özbekistan Sovyet Cumhuriyetinin Başbakanı olur. Milli yöneticiler için yapılacak tek bir şey kalmıştır. Sovyet yönetimini fazla kuşkulandırmadan var olan şartları değerlendirmek ve mümkün olduğu kadar yönetimde kalmak. Feyzullah Hoca ile adı daima birlikte anılan ve onun ölüme bile beraber gittiği yoldaşı Akmal İkram, (1898’de Taşkent’te doğmuş, 1918’de Komünist Partisine girmiştir. 1922-25 yıllarında Moskova Doğu Komünistleri Üniversitesinde eğitim görmüş ve 1926’ya kadar Taşkent Şehir KP’si birinci sekreterliği görevinde bulunmuştur. 1928’den öldürüldüğü 1937’ye kadar Özbekistan Komünist Partisi Merkez Komitesinin Birinci Sekreterliği görevini sürdürmüştür) bu tarihlerden sonra Türkistanlı aydınlarla birlikte gizli örgütlenmelere gitmişlerdir. “Milli İttihad ve Milli İstiklal Fırkaları” 1937 yılına kadar çalışmalarını sürdürmüştür. Bu fırkaların başında Feyzullah Hoca ve Akmal İkram bulunmaktadır. “Milli İttihad Fırkası” Atatürk’ün 1921 yılında Türkistan’a gönderdiği İsmail Suphi Soysallıoğlu tarafından kurulan ve Zeki Velidi Togan’ın başkanlığını yaptığı “Türkistan Milli Birliği” adlı örgütün devamı niteliğinde idi. Feyzullah Hoca 1938 yılında yoldaşı Akmal İkram ile birlikte idam edilmişti. Mahkemede kendisine yöneltilen milliyetçi suçlamasına cevap olarak “Ben faaliyetime milliyetçilikle başladım ve bu yolda 41 yaşından 33’ünü geçirdim.” Başsavcı Vişenskiy Feyzullah Hoca için aşağıdaki suçlamalarda bulunur: “Feyzullah Hocayev 1920 yılında BuharaHalk Cumhuriyeti Başkanı olduğu zamandan başlayarak Sovyet hakimiyeti aleyhinde mücadele yaptı. O, “Milli İttihad” adlı milli teşkilatın başkanı idi. O, Genç Buharalılar hareketine başkanlık etmekle beraber, Türkistan’da büyük bir devlet kurulması ve onun Rusya’dan ayrılması için hareket etti. Milli kadrolar hazırlamak için  Almanya’ya talebe gönderdi. Feyzullah Hoca 1924-25 yıllarında Türkistan’ın milli hudutlara ayrılmasının aleyhinde çalıştı.O, aynı zamanda köy ahalisinin kollektifleştirilmesi, beş yıllık planların gerçekleştirilmesi ve Özbekistan Pamuk Monoküytüryasına karşı çalıştı. Basmacılık hareketinin lideri olan Enver Paşa ile üç defa görülmüştür.” Feyzullah Hoca’nın Enver Paşa ile görüşüp görüşmediği belli değildir. Doğruda olabilir, Rusların uydurması da olabilir. Ancak bilinen bir gerçek vardır ki Feyzullah Hoca’dan pek hoşlanmayan Zeki Velidi Togan’ın Buhara’dan kaçmasına yardım ettiği bilinmektedir. Togan gizli olarak Türkistan’da bulunduğu sırada Feyzullah Hoca ile pek çok kere karşılaşmıştır. Hatıralarında Buhara’dan ayrılırken son olarak onunla görüşmesini şu şekilde anlatır: “ Ben sabahleyin Buhara’dan ayrılacaktım. Feyzullah Hoca’dan at istemiştim. O da sabah saat 9’da Emir’in Sitare Mah-i Hassa Sarayına gelmemi isteyip haber gönderdi. Bu Emirin yeni saraylarından biridir. Ben oraya geldikten az sonra Feyzullah Hoca saraya geldi.” Daha sonra MaliyeVekili Nasır Hekimoğlu’nun Togan için getirttiği iki atı, Togan beğenmez ve Emirin ahırında kalan biri beyaz, diğeri siyah iki at getirilir. Togan beyaz atı alarak diğerinin de Arifov (Abdülhamid Arifoğlu, Buhara Halk Cumhuriyeti Harbiye Nazırıdır) tarafından Semerkand’a trenle gönderilmesini ister. Togan hatıralarında devam eder: “At meselesini hallettikten sonra Feyzullah beni içeri aldı. İşte orada Türkistan’da kati kararlar almama sebep olan konuşmalarımız oldu. Feyzullah Hoca Enver Paşa burada ne yapıyor? seninle konuştuklarını işitmek istiyorum dedi. Ben de Afganistan’a gitmek veya Berlin’e dönmek fikirleri arasında mütereddiddir dedim. Feyzullah Hoca: -Moskova’da iken Stalin tekrar senin ismini andı. Martta gördüğümde ateş püskürüyordu. Şimdi ise dönersem yine eskisi gibihürmetle kabul edeceklerini söyledi. Sen bilirsin dedi. Ben de:-Benim için artık dönmek yok. Belki de dış memleketlere gideceğim. O, “Enver de sen de Basmacılara geçecek olursanız biz açık mücadele edeceğiz Size mensup olan şüpheli adamları işten çıkaracağız. Arifov’u harbiyeden atmamı Ruslar zaten çoktan istiyorlar, bunları bilmiş ol. Yani belki bundan sonra seninle görüşemeyeceğiz. Muhakkak ki sert hareket edeceğiz. Mamafih Sultanov yerinde kalır. Onun vasıtasıyla muhabere yolu açıktır” dedi, ve ağladı.” Feyzullah Hoca bir karşi devrimcinin Ruslardan gizlice Buhara dan ayrılmasına göz yummakla kalmıyor, Ruslara karşı güdülmesi gereken siyaseti de açıkça söylüyordu. Togan’ın Türkistan’da ki gizli faaliyetlerini bilen ve onu koruyan sadece Feyzullah Hoca değildir. Togan, Enver Paşa ölmeseydi, Ağustos ayında Türkistan’daki demiryollarının kesilerek, Hive, Buhara ve Fergana’daki Sovyet Ordusunda bulunan Türklerin Basmacılara geçeceğini ve bir bakıma Sovyetlere karşı isyanın genişletileceğini yazmakta ve bu bakımdan Enver Paşa olayının küçümsenecek bir olay olmadığını yazar. Enver Paşa’nin ölümü üzerine Taşkent’te gizli bir Türkistan kongresi toplanacaktir. Toplantida milli mücadelenin gelecegi konuşulacaktır. Togan bu olayı şöyle anlatır: “ Kongre Eylül ayının on sekiz -yirmilerinde üç gün  toplanacaktı. Fakat Türkistan’ın maruf siyasi şahsiyetleri, Ali Han Bükeyhan, Turar Rıskulov, Ahmet Baytursun, Muhammetcan Tınışpay, Özbeklerden Münevver Kari, Buhara dan Hakimzadeler, Mirza Abdülkadir Muhittin, Türkmenlerden avukat Qaqacan Berdiyev ve diğerleri Sovyetlerin devamlı murakabeleri altında bulunduklarından bu kongreye gelemeyeceklerdi.” Togan’ın hatıralarında dikkat çeken bir başka konu daha vardır. O da Turar Rıskul’la görüşmesidir. Sovyet Hükümeti Togan’ı tutuklamak üzere emir verdiği günlerde Bakü Kurultayı toplanır. Togan’da buraya gidebilmek için Aşgabad’dan gizlice trene biner. “...Bir marşandiz treninden atlayıp girdiğim vagonda Turar Rıskulov’u ve İbrahim Canuzakov’u buldum. Bunlarla Bakü’de nasıl görüşeceğimizi, nasıl çalışacağımızı, Krasnovodsk’dan önceki Cebel istasyonuna kadar konuşup tespit ettik. Burada Turar bana enterasan bir yazı verdi. Biz Moskova’dan ayrıldıktan sonra toplanan Komintern Kongresinde Rus Hariciyesinin ve Komintern’in Yakın Şark mütehassıslarından Pavloviç, Yakın Şark ve Orta Asya’da çalışacak olan arkadaşlarına verilmek üzere teksir edilmiş bir yazı vermiş, fakat bunu Müslüman komünistlere vermemiş. Mamafih Turar gibi benimde tanıdığım bir Lehli komünist bunun bir kopyasını Turar’a gizlice vermiş. Sonra 1923’te Tatar aydınlarından Osman Tokumbet bunu Berlin’e getirebilmiş. Bu yazıda Yakın Şark’ın Arap, Türk, İran’lı ve Afganlı gibi milletlerde kapitalizm ve sınıf farkı inkişaf etmemiş olduğundan bunun yerini tutacak olan diğer hususları, mezhep ve tarikat ihtilaflarını yaşatmak, onların Sovyet Rusya İslamları arasından kaldırdığı halde, komşu Müslüman ülkelerinde devam ve inkişaf ettirilmeleri gerektiği, şahsi entrika, tüccarlar ve şeyhler arasında rekabet ve geçimsizliklerden istifade etmenin lüzumu belirtilmiş, bu milletlerin dilleri, imlaları istikrarlı olmadığından aralarında kuvvetle edebi dillerin husule gelmemesi yolunda bu istikrarsızlıktan istifade edilmesi lüzumu, halka yanaşma hareketinin mevcut dillerin parçalanmasini zaruri olarak doguracagi, bunlardan istifadenin ehemmiyeti, bu milletlerde kültür işçileri ve fikir adamlari pek ince bir tabaka teşkil etmekte olduklarindan bunlari bölmenin ve kirmanın kolay olacağı izah edilmişti. Dostum Turar bana Bakü kongresinde istifade edilmek üzere daha bir kaç mühim vesika verdi ve bunları teksir ettirmemi rica etti. ben de bu yazıları bana Bakü’de vermesini rica ettim.” Zeki Velidi gibi bir karşıdevrimci Buhara dan Taşkent’e, Aşgabad dan, Bakü’ye nasil olurda seyahat edebilir? Bunlarla birlikte Zeki Velidi’nin Bakü’ye geldiginde saklandigi yerde Türkiye Komünist Partisinin Merkezi’dir. Burada Mustafa Suphi ile de görüşür ve ona korkmasına gerek olmadığını söyler . Bakü Kurultayında ki gelişmeleri, başta Turar Rıskulov olmak üzere diğer Türkistanlı ve Azerbaycanlı delegeler defalarca Türkiye Komünist Partisi Merkezine gelerek Togan’a bildirirler.

      Şüphesiz ki bu liderler Moskova’ya ihanet etmektedirler. Ancak onlar için önemli olan Moskova’nin dedikleri degil kendi düşünceleridir. Sovyetler Birliginde devrim sonrasinda partide kalanlar ve partiye karşi çikanlar arasinda gerçek bir fikir birliğinden söz etmek mümkündür. Bu fikrin ortak paydası da Türk Bölgelerinin Moskova’dan bağımsız yaşamasıdır. Geniş coğrafyalara dağılmış olmasına rağmen Türk komünistleri arasında gerçek anlamda fikri bir birliktelik mevcuttur. Sultan Galiyev’in yargılandığı mahkemede onu üstü kapalı da olsa en fazla savunanlardan birisi  Rıskulov’dur. Konuşmasında o şöyle der: “Burada oturan insanların arasında karşıdevrimci insanlar aramak çare değil. Çünkü onların hepside Merkez Komitesince bilinen insanlar...ve beni, muhtar cumhuriyetleri yok etmeyi kabul etmediğim için suçlamanın hiç bir anlamı yok. Ben durumun ters yöne doğru geliştiğini hissediyorum...yerli bölgelerde 12. kurultayın kararlarını uygulamanın yerine, bu iş objektif bir şekilde partinin iç çatışmalarına dönebilir: memurlar sağ ve sol denilen guruplara ayrılır ve bu çatışma bütün çatışmalar gibi işin önemini ortadan kaldırır...bu durum yerli bölgelerde bizim 12. kurultayın kararlarını gene gerçekleştiremeyeceğimizi gösteriyor. Yerli teşkilatları genelde partinin 12. kurultayının kararlarını kabul etmek istemeyen insanlar yönetiyor. Bu gerçek duruma solculuğu eklersek ve kendimizi solcu ilan edersek o zaman bu partinin 12. kurultayının kararlarını tamamen yok etmek olur. Bu kararlar boş lafa dönüşerek hepsi de kagit üzerinde kalir, gerçek anlamda ise yerli bölgelerde hiç bir değişiklik olmaz. Bununla birlikte Milli Cumhuriyetlerde teşkilatlarda şovenizmle bilinçsiz olarak zehirlenen memurlarla, siyasi mücadelede olgunlaşmamiş, teorik bilgisi az, yerliler ile ilişki kuramayan millet temsilcileri de oturuyorlar. Onların bazıları kariyer yapmak için, yerli halkı düşünen birisine milliyetçi diye iftira etmekten kaçınmıyorlar. Böyle bir durumda RKP(b) 12 kurultayının kararlarından sapmak, önü alınmaz kötülüklere yol açar. Bu iş devlet şövenizmini de, yerel milliyetçiliği de yok edemedi, tersine alevlendirdi. Şovenizm tarafına ya da yerel milliyetçilik tarafına doğru kayan akımları, basit mekanik yol ile yok etmek mümkün değildir. Bu sadece yerli halkın kendi iktisadi ve diğer problemlerini yok etmekle gerçekleştirilebilir.” Bu konuşmanin ardindan Riskulov Sultangaliyev’in kendisine gönderdigi iki mektuptan bahseder. Bunlarin birisinde Sultan Galiyev Stalin’in Milliyetler siyasetine karşi birlikte çalişmayi teklif etmiştir. Digerinde ise Dogu Halklari Komünist Üniversitesini kazanan ögrencilerin yerleştirilmesine yardımcı olmasını ister. Bu iki mektupta normal posta yolu ile gelmiş ve Rıskulov bu mektupları Merkez komiteye vereceğini bildiriyor. Toplantıda Galiyev yanlısı bir konuşmada Akmal İkramov yapar İkramov Milli Bölgelerdeki siyaseti eleştirerek: “ Sizler Milli Bölgelerde bizim siyasetimize tamamen razi olan tek bir insan bile bulamazsınız. Bu insanlar bu meseleyi öğrenmek isteseler de soramazlar. Onlar yoldaş Stalin’e veya yoldaş Kamanev’e gelerek: “Yoldaş ben buna razı değilim, anlatın bu işin anlamı nedir?” diye soramazlar söyleyemezler. Sebebi ise, burada o adamı tutuklayıp vururlar diye bir fikir kafalarında kalıplaşmıştır.” Akmal İkramov ve Sultan Hocan toplantıda Stalin’e karşı, Türkistan’da Çarlık dönemi ile Sovyet dönemi arasında hiç bir fark olmadığını değişen tek şeyin mühür olduğunu söylerler. Stalin kendi konuşmasında önce Rıskulov’a çatar.  “Rıskulov’un sözlerini dinledim ve onun sözlerinin tamamen gerçek dışı, yarı diplomatik olduğunu söylemeliyim. Genel olarak konuşmasi kötü bir tesir birakti. Ben ondan daha fazla açiklik ve gerçeklik beklemiştim. Riskulov ne söylerse söylesin onun evinde Sultan Galiyev’in iki gizli mektubu oldugu ve bunlari kimseye göstermedigi bellidir. Onun Sultan Galiyev ile ideolojik birlikteligi oldugu da apaçiktir. Onun Sultan Galiyev’le Basmaciliga giden yolda birlikte olmadigini söyleyerek, kendisini Sultan Galiyev olayinin suç teşkil eden bölümünden ayirmasi önemli degildir. Konferansta tartişilan konu bu degil. Konu Sultangaliyevizmle ilgili ideolojik ilişkiler hakkindadir. Riskulov’un Sultan Galiyev’le ideolojik ilişkisi oldugu bellidir. Bunu Riskulov’un kendisi de yalanlayamadi. Onun bu kürsüden tamamen ve kayitsiz olarak Sultan Galiyevizmden ayrildigini ilan etmesinin zamani gelmedi mi? Bu bakimdan Riskulov’un sözleri yari diplomatik ve anlamsizdir.” Akmal İkramov ve Sultan Hocan’ın sözleri içinse Stalin şöyle der: “Bunların ikisi de bu günkü Türkistan’ın Çarlık Türkistan’ından farklı olmadığını ve değişen şeyin sadece isim ve mühürden ibaret olduğunu söylemişlerdi. Onların inancına göre Türkistan, Çarların zamanındaki gibi kalmıştır. Yoldaşlar eğer bunlar bir lisan sürçmesi yapmamışlarsa, eğer söylediklerini önceden düşünmüş ve bilerek söylemişlerse, o zaman Basmacıların haklı ve bizim de haksız olduğumuz kararına varmak gerekmektedir. Eğer Türkistan Çarlık zamanında olduğu gibi bir sömürge halinde kalmış ise, o zaman Basmacılara hak vermek lazımdır. Bu şartlar altında biz Sultan Galiyev’i değil, bizi suçlu bulması yerinde olur. Eğer bunların ileri sürdükleri düşünceler doğru ise o halde sizler neden toptan Basmacı hareketine katılmıyorsunuz?” Toplantıda başta Rıskulov olmak üzere Türk kökenli temsilcilere saldırılar yapılır. Bu saldırılardan birisini de D.Z. Manulskiy (Ukrayna) yapmıştı. Manulskiy konuşmasında: “Partinin 12. kurultay kararları...bizde milliyetçilik dalgası doğurdu diye sanıyorum. Ben merkezin bu meseleyi öne sürmesinden dolayı sevinçliyim. Sultangaliyevin işine çok fazla önem verilmesi gerektiğini söylemeliyim. Eğer biz kendi bölgelerimizdeki milli siyasetimize tekrar dönüp bakacak olursak, o zaman Sultan Galiyev’in işi gibi onlarca işlerin olduğunu görürüz. Fakat beni korkutan Sultan Galiyev’in işi değil, tersine Rıskulov’un, Enbayev’in ve Halikov’un konuşmaları idi. Çünkü onların sözleri.... “bende belli bir milletin komünistlerinin temsilcisi olarak, Sultan Galiyev’in işinden de tehlikeli bir his uyandirdı”  

      Bolşevik Rusya’da Türk Halklari için degişen pek fazla bir şey olmamiştir. Ruslar Türk toplumunun önderlerini İslam Dünyasına komünizmi yaymaları amacı için kullanmaya çalışırken, onlarda Rusya’da rejim değişikliğinden faydalanarak Türk Halklarının eğitim seviyesini artırmak, kendilerine ait bir ordu kurmak, iktisadi bakımdan güçlenmek ve nihai olarak bağımsız bir devlet kurmak amacı ile Sovyet rejimini kullanma yoluna gitmişlerdir. Bunu anlayabilmek için komünist önderlerin kökenlerini ve devrimden sonraki çalişmalarini incelemek yeterlidir. Ruslar bunun farkina çok çabuk varmişlardir. Ancak bu önderlerin erken tasfiye edilmesi Sovyet rejimi için tehlikeli idi. Dünyaya ve özellikle Islam toplumlarina kötü örnek olabilecek bir siyaseti takip etmemişlerdir. Türk kökenli önderlerin devrimden hemen sonra Sovyet yönetiminden gizli olarak çeşitli çalişmalara girdikleri bilinmektedir. Sultan Galiyev’in başinda bulundugu gizli örgütün hedefi, SSCB’den Türk Cumhuriyetlerinin koparılarak bağımsız Turan Devletinin kurulması idi. Bu yolda çalışan pek çok örgüt vardı. Bu örgütler hakkında kesin bilgiler bu gün mevcut değil. Ancak Sovyet kaynaklarına göre aralarında Sultan Galiyev’in, Zeki Velidi Togan’ın, Turar Rıskulov’un, Ahmet Baytursunov’un, Kırımlı Veli İbrahimov’un, Feyzullah Hoca’nın ve Nizameddin Hocayev’in birlikte kurdukları bir gizli örgütün varlığından haberdarız. “İttihad ve Terakki” adı altında Moskova’da kurulan örgüt üç yönlü bir hedef izler: Milli komünist Türklerin Komünist Parti ve Sovyet devlet aygıtına sızması; pan islamcı ve pan Türkçü ülküleri yaymak amacıyla Müslüman cumhuriyetlerdeki eğitim sistemleri üzerinde denetim elde etme; ve dışarıda ve özellikle Basmacılarla olmak üzere Sovyet Rusya içinde karşı devrimci örgütlerle irtibat kurma. Kırım Türklerinin yetiştirmiş olduğu büyük Türkolog Bekir Sıtkı Çobanzade öldürülmeden önce yapılan sorgulamasında, “Karşıdevrimci Milliyetçi Pantürkist Gizli Örgüt” üyelerinden bazılarının adlarını vermiştir. Bunların başında Turar Rıskulov ve Sencer İsfendiyarov gelmektedir. Bu örgütün Azerbaycan’daki mensuplarından birisi de Çobanzadedir. Çobanzadeyi ölüme götüren nedenler şöyle sıralanmaktadır: 1-Milli Cumhuriyetlerin SSCB’den silahlı yolla ayrılmasına hazırlanan ve “Büyük Türk Tatar” devletinin kurulmasına çalışan “Umumittifak Karşıdevrimci Pantürkist Teşkilat  merkezinin üyesi olarak Umum ittifak Komünist Partisi ve Sovyet Hükümetine karşi mücadele etmiştir.

2-Kırım’da, Azerbaycan’da, Özbekistan’da ve Dağıstan’da silahlı isyanın, tahribat ve terörün hazırlanmasında dolaylı olarak çalışmıştır.

3-Türkiye ve Polonya teşkilatlarinin ajani olarak çalişmiştir.

Azerbaycan’da aynı örgütün üyesi olduğu iddiasıyla idam edilenlerden birisi de Kazan Türklerinden tarihçi Gaziz (Aziz) Gubaydullin’dir. Gubaydullin Sultan Galiyev’in gizli örgütünün Azerbaycan’daki üyesidir. Bahsedilen Karşidevrimci Milliyetçi Teşkilatin amacini sorgulamasinda oda şöyle anlatir: “Karşidevrimci Milliyetçi Teşkilat SSCB’den ayrilmak şarti ile Ingiltere’nin protektoratligi (kendine baglama) altinda Türk Tatar halklarindan ibaret bagimsiz devlet yaratmak görevini karşisina koymuştu. Bu devletin terkibine Özbekistan, Kirgizistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Tataristan, Başkurdistan ve Dagistan Kumuklari dahil olmali idiler.Maksadımızı hayata geçirmek için biz Azerbaycan’ı Öğrenme Cemiyetinin üyelerinden faydalanıyorduk. Halit Seyit Hocayev, A.R. Hagverdiyev, T. Şahbazı, A. Ekberov, M.B. Baharlı, v.b. Cemiyette karşıdevrimci çalışmaları açık şekilde yürütüyorduk. Cemiyetin adıyla bir sıra karşıdevrimci eser yayımlamıştık. 1-Bekir Vahaboğlu Çobanzade’nin; Türk Tatar Dialektologiyası, 2-Halit Seyit Hocayev’in; Türk Dillerinin Mukayeseli Gramatikası, 3-M. Baharlı’nın; Azerbaycan’ın Tarihi İktisadi İcmali; 4-G.S. Gubaydullin’in; Hazarların Menşei Meselesine Dair v.b. Gubaydullin’de yoldaşı Çobanzade’nin işlediği suçlardan dolayı ölüme mahkum edilmiştir. Bu suçlar:

1-Milli Cumhuriyetlerin SSCB’den silahlı yolla ayrılmasına hazırlanan ve Büyük Türk Tatar Devletinin kurulmasına çalışan, Umumittifak Karşıdevrimci Pantürkist Teşkilat merkezinin üyesi olmak.

2-Pantürkist Teşkilatta araci olarak faaliyet göstermek ve Kirim, Tataristan, Özbekistan ve Azeraycan’da yeni yeni üyeler kazandırmak.

3-Zarar verici, tahribatçılık (yıkıcı faaliyette bulunmak) Azerneftkombinatın madenlerine bir sıra ziyan verici emirler vermek.

4-Türk, Almanya ve Japonya istihbaratlarının casusu olarak çalışmak. Özbekistan’da öldürülen Türkolog Abdurrauf Fıtrat’ın suçu da diğerlerinden farklı değildir:

1-İnkılap karşıtı, milliyetçi teşkilat olan “Milli İttihad”ın azası olmak,

2-Çobanzade Baş Azerbaycan’daki milliyetçi teşkilatla Sovyet Şarki Respublikalarini Sovyetler Birliginden çikarip Burjuva Turan devletini kurmak amacıyla birleşen Özbekistan devrimine karşi teşkilatin başkanlarindan birisi olmak,

3-Genç edebiyatçıları, antidevrimci, milliyetçi teşkilata almak ve onları milliyetçi devrim karşıtı ruhta yetiştirmek,

4-Devrim karşiti ve milliyetçi ruhta nazim ve nesir eserler yazmak. Türk dünyasının yetiştirdiği en büyük şairlerden birisi olan Çolpan’ın suçu da şunlardır:

1-İhtilalin ilk günlerinden beri ihtilal aleyhtarı güçlerin safında yer tutup “Milli İttihad” teşkilatına üye olmak ve rejim aleyhinde faaliyetlerde bulunmak,

2-Şuralar Hükümetine karşi yürütülen bütün faaliyetlerde (Türkistan’in müstakilligi için savaşmak, basmacilik hareketini desteklemek, mefküre cephesinde mücadele etmek) faal rol almak,

3-“Milliyetçiliği terk ediyorum” diye Şura Hükümetini aldatmak, son zamanlara kadar ihtilal aleyhtarı milliyetçilik faaliyetlerinde bulunup Türkçülük (Türkperestlik) teşkilatının rehberleri Feyzullah Hocayev ve Rıskulovların yanında faaliyetlerde bulunmuş olmak,

4-Şiirlerinde ihtilal aleyhtari milliyetçiligi övüp göklere çikarmak, bu tür şiirleri yazıp yaymak, ihtilal aleyhtarı beyanlarda bulunmak,

4-Harici işbirlikçiler ile münasebet kurmak. Bunlardan başka Çolpan Japonya taraftarı olmakla da suçlanır.

      Bu suçlamaların bazıları gerçekten de tutarsızdır. Ancak Gubaydullin’in Sultan Galiyev’le, Abdurrauf Fıtrat’ın Bekir Sıtkı  Çobanzade ile ilişkisi olduğu, bu yazarların karşı devrimci eserler yazdıkları (Sovyetler Birliğinde Moskova’nın onaylamadığı tüm eserler karşıdevrimcidir. Bu bilim adamlarının yazdıkları eserlerde, genellikle Türk Boylarının ortak kültür ögelerinin gündeme getirildiği bir gerçektir), yine Çolpan’ın karşıdevrimci ruhta şiirler yazmış olduğu (Enver Paşanın ölümü üzerine yazdığı “Belcivan”,Milli Mücadele için kaleme aldığı ve “Anadolu Kışlagının Muzaffer Ordularına” ithaf ettiği “Tufan” adlı şiirleri gibi) gerçektir. Bu suçlamalarda görülen “Karşı Devrimci Pantürkist Teşkilat” denilen örgüt ise muhtemelen Bennıngsen ve Wımbush’un yukarıda adı geçen “İttihat ve Terakki” örgütüdür. Bu adın Ruslar tarafından uydurulmuş olması da mümkündür. Özellikle suçlamalarda Enver Paşa ve Basmacılarla ilişkiler kurulduğu yolundaki iddialar bu şüpheyi uyandırmaktadır. Sadece Özbekistan’da kurulmuş olan “Milli Ittihad” ve “Milli Istiklal” in adini yöneticileri itiraf etmişlerdir. (Feyzullah Hoca ve Akmal Ikramov) Ad olarak bu örgütlere ne denildigi çok önemli olmasa gerektir. Burada önemli olan, geniş bir cografyada yaşayan Türk önderlerin ve aydinlarin birbirleri ile ilişkide olduklaridir. Abdurrauf Fitrat Ismail Gaspirali Beg’in “Müsülmani Darur Rahat (1914) adli eserini ve Neriman Nerimanov’un “Lenin ve Şark” adli eserini Özbek Türkçesine çevirirken, Azerbaycan’da Halit Seyit Hocayev Cedidçi Özbek yazar Abdullah Kadiri’nin Türkbirliği temalarını içeren “Ötgen Künler” (Geçmiş Günler 1928-29) adlı romanını Azerbaycan Türkçesine aktarmıştı. Çolpan, “Şark Nuru” adli şiirini Molla Nur Vahidov’a ithaf ediyordu.  Türk dünyasının aydınları, yazarları gerçekten Türkiye ile ilgilenmekle birlikte birbirleri ile de sıkı alaka içindedirler. Bu birlikteliğin mimarı olan İsmail Gaspıralı Beğ’in vefatı üzerine bütün Türk dünyası ağlar. Neriman Nerimanov  büyük muaallimin ölümü üzerine “Millet İsmail beğ gibi kahramanlarını unutsa, öz hayatını berbad edecektir” der Azerbaycanlı şair Ahmet Cevat “İkbal” gazetesinde “Genceden” başlığı altında bir makale yazar ve “Bence İsmail Mirza bundan sonra yaşayacak, hem de evvelkinden on kat daha fazla” der.Sovyetlerin Özbek Türkleri arasından yetişen en inançlı komünist diye tanıttıkları Hamza Hekimzade de bu acı haber üzerine bir dörtlük yazar: “Ah millet yetti bu dam (an) kaygılı gamlı zaman, dad kıl devr-i felekden, batdı hurşid-i cihan” Hemen hemen hepsi dolaylıda olsa onun öğrencileri olan bu aydın kesim, devrim sonrasında da birliktedirler. Kimi yazar, kimi devlet adamı, kimi bilim adamı olarak.

      1917 devrimi öncesinin Cedidçi milliyetçi aydınlarının, devrim sonrasındaki durumları hakkında daha fazla bilgiye ihtiyaç olduğu şüphesizdir. Zaman içinde yayımlanan yeni kaynaklar bu aydınların siyasal kimlikleri hakkında daha fazla bilgi edinmemizi sağlayacaktır. Bu gün gerek Rıskulov’u gerek Sultan Galiyev’i ve diğer pek çok kişiyi Rus komünizminin savunucuları olarak göstermek oldukça hatalı bir tutumdur. Çünkü bu insanlar bu gün  içlerinden çıktıkları milletin çocukları tarafından, hala Rus emperyalizmine karşi savaşan ve bu yolda ölüme giden bagimsizlik kahramanlari olarak bilinmektedir.

HAKAN COŞKUNARSLAN

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder