21 Eylül 2015 Pazartesi

IZGIŞ ALMASI (İHTİLAF ELMASI)

Sultan Galiyev, bir siyaset adamı, teorisyen, asker olduğu kadar kalemi güçlü bir edebiyatçıdır. Genç yaşlarında Rus yazarlarının hikaye ve romanlarını Kazan Türkçe’sine çevirmiştir. Onun gençliği Kazan Türklerinin yenilikçi edebi akımının doğup geliştiği yıllara rastlamaktadır. Bu yeni edebiyatın temsilcilerinden etkilenmiş ve o da şiirler, hikâyeler, nesirler yazmıştır. Siyasi kişiliği bu gün ülkemizde yeni yeni tanınmaya başlayan Sultan Galiyev’in edebi kişiliği üzerine henüz kalem oynatan olmamıştır. Sultan Galiyev çoğunluğu gazetelerde olmak üzere takma adlarla pek çok edebi eser yazmıştır. Kullandığı takma adlar; “Suhoy”, “On”, “M.S.”, “Karmaskalinets”, “Kölki Baş” “Sın Naroda”, “Uçitel Tatarin” dir.
      Sultan Galiyev’in kaleme almış olduğu edebi eserlerinin de bir an önce Türkiye Türkçe’sine aktarılması onun fikri dünyasının da daha iyi tanınmasına yardımcı olacaktır. Mustafa Toker tarafından Türkiye Türkçe’sine aktarılan “Izgış Alması (İhtilaf Elması)” adlı küçük hikâyesi 1914 yılının 8 Haziranında “Musulmanskaya Gazeta” da “Kölki Baş” imzası ile yayımlanmıştır. Kazan Türklerinin tanınmış tarihçilerinden Ildus Gıyzettullin aynı hikâyeyi “Miras” dergisinde 5(6) 1992 yılında “Tatar Legendası” başlığı altında yeniden yayımlamıştır. Mustafa Toker tarafından Türkiye Türkçesine aktarılan hikâye “Miras” dergisindeki yayınından alınmıştır. (Miras, Bötündönya Tatarlarının Aylık Edebi-Nefis hem Fenni-Popular milli Jurnalı, Sayı: 5(6), Kazan 1992)
                                           
                                                                                 Hakan Coşkunarslan
IZGIŞ ALMASI (İHTİLAF ELMASI)
                                                               
Kazan Türkçe’sinden Aktaran: Mustafa Toker
                   
      Evvel zamanda Adem babamız Havva anamızla yaşamaya başlayınca Adem babamızı Allahü Teâlâ yanına çağırtır, ağaç saban, beş öküz ve bir kamçı vererek derki:
      -Var dünyada toprağı sür. Neslin topraktan yiyecek almayı öğrensin.
      Adem babamız Allahü Teâlâ’ya üç kere secde edip, şükreder ve evine döner.
      Onu evde Havva anamız görkemli bir tavırla sevinerek bekler.
      O Adem babamızı hazırlayarak uzak yola gönderir.
      Adem babamız yer sürmek için uzağa, çok uzağa gitmesi gerektiğini düşünmüş.
      Uykudan uyanan güneş ağaçların başlarını ışıklarıyla okşayarak yükseliyor...Geyikler, yırtıcı hayvanlar, ötüşen kuşlar, uzun kulaklı korkak tavşanlar, çiçekten çiçeğe konup duran tasasız kelebekler son derece mutlu, sükûnet bilmeyen böcekler, salyangozlar uyanıyor, hepsi de yaşamaya devam etmek arzusundalar...
      Hepsi de diriliyor...Her tarafta hayat dalgaları çalkalanıyor...Tabiattaki bütün herşey bu sihirli ışık altında, sanki sonsuza kadar sürecek bir gençlik, hiç bitmeyecek bir dert hakkında konuşuyorlar gibi. Temiz samimi, tabii bir güleçlikle gök gülümsüyor. Büyük göl sabırlı bir şekilde parlayıp duruyor.
      Adem yola çıkıyor...
      Gide gide Havva anamızda, yurtları da çok uzakta kalıp, göl parıldayan bir nokta gibi görünmeye başlayınca, Adem aleyhisselam durup “acaba çok fazlamı sürmem gerekiyor” diye düşünmeye başlıyor.
      Epeyce düşünür ve elinde olmadan gözlerinin önüne gelecek devirler gelir.
      Adem aleyhisselam sabanına yapışır ve öküzlerini sürmeye kalkışır. Yerin bağrını yırtası gelmiyor gibi hisseder. Ot kökleri inleşip, ah-vahlarla kopuyorlar gibiydi. Ancak Adem durmuyor, ileri doğru gidiyor da gidiyor...Düşünceleri ise daha da uzakça geleceğe koşuyor...Gelecekte yaşayacak nesilleri düşünüyor.
      Uzağa gittikçe onun zihni daha da aydınlaşıyor, gelecek çok daha parlak, çok daha açık bir şekilde gözünün önüne geliyor gibiydi.
      İşte büyüyor, devamlı çoğalıyor Ademoğulları. Bütün yer yüzü boyunca dağılıyorlar. Onların hareketini yüce dağlar da, ulu ırmaklarda da sıkı ormanlar da durduramıyor. Onlar durmadan çoğalıyor, dağılıyorlar...Bir vakit geliyor o derece çoğalıyorlar ki, yiyecek şey yetmemeye başlıyor. O vakit Adem babanıza insanlar birbirini yiyorlar gibi görünmeye başlıyor. Onun yüreği sıkışıp derinden bir iç geçiriyor ve : “ Durun çocuklarım! Ben sizi açlıktan kurtarayım” diyerek  bağırıyor. Öküzler Adem onlara bağırdı sanıp duruyorlar.
      Adem kendine gelir. Baksa ki önünde yorgun öküzler duruyor. Güneş merhametsizce yakıyor. Onun teninden ırmak gibi ter akıyor. Arkasına dönüp bakıyor. Orada kara yılan gibi saban izi uzanıyor, sonu da görünmüyor.
      Adem aleyhisselam öküzlerin koşumlarını çıkarır ve otlara yayılmaları için gönderir. Kendisi de yemek yemeye koyulur. Sonra yere yatar ve ağır uyku onun kirpiklerini yumdurur.
      Adem şöyle bir düş görür: Onun nesli zenginlik ve mutluluk içinde yamaktaymış. Tüm yeryüzü bahçeler, çiçekli çimenlerle kaplanmış. Her taraf mutluluk padişahlığıymış.
      Sıcaklık çökmeye başlayınca Adem uyanır. Öküzleri de yanına kadar gelmiş. Onlar “Adem’e hizmet etmelisiniz” şeklindeki  Allahü Teâlânın fermanını hiç unutmazlar.
      Adem sabanı sağlamlaştırıp öküzlerini çekerek geldiği tarafa doğru yönelir. İkinci bir tarafı sürerek gider. Önceki sürdüğü yerin başına varınca güneş batmaya başlar artık. Ademin sürdüğü ilk yer işte bu kadar uzundur...
      Adem öküzleri serbest bırakır ve kendisi de Havva anamızın yanına döner. Yorulmuş bir halde ama memnun bir gönülle döner o Havva anamızın yanına. Havva anamız kapı önünde Adem aleyhisselamı beklemektedir. Gözlerinden sevinç ve mutluluk saçılır.
      O vakitten beri Adem aleyhisselam her gün tarlaya gidip derin saban izleri açar duru.r.
      Kırkıncı gün Allahü Teâlâ Cebrail’i yanına çağırır. Der ki: Ey dürüst meleğim! Ademin yanına var ve onu dene...Eğer yerin sahibinin sadece kendisi olduğunu kabul ediyorsa, eğer başkalarının sürmesine de izin vermiyorsa, hediye edilen bu yer insanlar arasında sonsuza kadar  ihtilaf vesilesi olur. Ancak, Adem kibirlenmezse onun nesli güvenilir ve zengin bir hayat geçirir.”
      Cebrail insan suretine girer, bir ağaç saban bulup öküzleri koşar ve Adem’in sürdüğü yeri sürmeye gider.
      Adem aleyhisselam sabah erkenden sürdüğü yere gelince, öküz kovalama sesini duyar, şaşırıp kalır...”Acaba Allahü Teâlâ ikinci bir Adem daha mı yarattı?” diye düşünür.
      Sürdüğü yerin ortalarına vardığında önde bir saban çeken adam olduğu görünür. O dosdoğru Adem aleyhisselama doğru gelir. Adem öküzlerini durdurur. “Söyle bakalım sen bana, kimsin ve niçin başkasının yerini sürüyorsun?” diye sorar Cebrail’e.
      -Beni Allahü Teâlâ yarattı, diyerek gururlu bir cevap verir Cebrail. “Ve o beni yere indirdi. Ben çocuklarımın karnını doyurmak için yeri sürüyorum.”
      Bu durum Adem aleyhisselamı kızdırır.
      -Git burada, diyerek bağırır, “burası bana hediye edildi, ben burayı hiç kimseye vermem. Allahü Teâlâya git. O herşeyden üstündür. Sana başka bir taraftan yer verir.
      Cebrail aleyhisselam “yerinin yarısını ver” diye yalvarırcasına ister. Ama Adem razı olmaz.
      -“Hepsi de benim” der diğer kişiye.
      Cebrail aleyhisselamın gözlerinden keder ve öfke kıvılcımları çıkmış. Kollarını göğe kaldırıp:
      -Ey Allahım...Sen nasıl istiyorsan öyle olsun artık, demiş.
      Bundan sonra çok zaman geçmiş...Çok sular akmış. Ama yeryüzü o zamandan başlayarak “Izgış alması” olarak kalmış. Halklar birbirleriyle savaşıyorlar, kardeş kardeşe el kaldırıyor, babalar oğullarına zehir içiriyor, oğulları da babalarına. Her yerde haddi hesabı olmayan kanlar oluk oluk akıyor ve hıçkıran yeri suluyor.
      bu günde bir yerlerde, kanlı sisler ardından savaşlarda ölenlerin cesetleri üstünden uğursuz sesler işitiliyor gibi:
      -Bana yer gerek, yer...
      Ve bu kıyamete kadar böyle olacak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder