21 Eylül 2015 Pazartesi

Bilinmeyen Tarih: Sultan Galiyev

Hasan Basri Gürses*

İnsanlık tarihinde yaşanmış öyle kişilik­ler vardır ki, başarı veya zafer kazanmalarıy­la değil, yenilgileriyle ölümsüzleşirler. Yaşadıkları dönemin bir insanlık sorunsalını ken­di benliklerine öylesine içselleştirmişler, bir inanç ve ideal haline getirmişlerdir ki, son nefeslerine kadar bu uğurda eylemde bulun­maktan kendilerini alıkoyamazlar. Adeta trajediye yargılanmışlardır. Kaçamazlar. Adım adım trajik sonlarına doğru yürürler, ölürler ve ölümsüzleşirler.

Düşmanları onlan unutturmak, karala­mak, isimlerini tarihten kazımak için ellerin­den geleni yaparlar. Bazen kısa dönemler için bunu başarırlar da. Ancak, gerçek kah­ramanlar ölümsüzdür. Bilinçlerde ve gönül­lerde yaşarlar. Bir gün yeniden zuhur ediverirler. Adlarına destanlar kurulur şiirler, oyunlar ve romanlar yazılır. Yaşamları des-tanlaşır ve mitleşir. Bir davanın ve inancın simgesi olurlar.

Spartaküs, Hallac-ı Mansur, Şeyh Bed-reddin, Pir Sultan Abdal ve Ghe Guevara böyle yaşamlara örnek olabilecek ilk akla gelen isimler. İşte Sultan Galiyev de, böyle bir tarihsel kişiliktir. Kimdir Sultan Galiyev? Tam adıyla Mir Seyyid Sultan Galiyev kimdir?



Sultan Galiyev Kimdir?

Sultan Galiyev, 1917 Ekim Devrimi or­tamında Orta Asya Türk-Müslüman halkları­nın içinden çıkan ilk bolşevik komünistler­den biridir. Kısa sürede enerjik çalışması ve yetenekli kişiliği ile Kafkasya ve Orta Asya komünistlerinin düşünsel ve örgütsel lideri konumuna gelmişti.

Ekim Devrimi fırtınasının tüm dünyayı derinden sarstığı hareketli ve değişken olay­ların içinde, kritik bir konumda olması des­tansı ve trajik bir yaşamın kahramanı olma­sına yol açmıştır. Yaşamı 1917'den 1923'e kadar Ekim Devriminin bolşevik liderleriyle; Lenin, Stalin ve Troçki'yle birlikte Ekim Devriminin zaferi ve dünya devriminin ger­çekleşmesi için mücadele etmekle geçmiştir.

Sultan Galiyev bu mücadeleye neden katıldığını daha ilk günlerde, 1917'nin bir gü­nünde yazdığı şu sözlerle özlü bir şekilde di­le getirir: "Ben Bolşevizme, kalbimde duy­duğum halkıma olan büyük sevgimin it­mesiyle geldim."

Galiyev'in böyle düşünmesi ve karar vermesi için yeterli nedenler vardır. Zira Ga­liyev çarlık Rusya'sındaki Türk-Müşlüman halklarının bağımsızlık ve özgürlük için yüz­lerce yıldır verdikleri mücadeleyi benimse­miş ve kendini bu davaya adamıştır. Lenin'in önderliğindeki Bolşevikler de, "Halklar Ha­pishanesi" dedikleri Çarlık Rusyasına karşı mücadele ediyor, halklara özgürlük vadediyorlardı.

Bu nedenle bütün islâm dünyasında Bolşeviklik büyük bir sevinç ve sempatiyle karşılandı, islâm dünyası ezeli düşmanları olan Batı'ya, ülkelerini işgal edip sömüren İngliz-Fransız emperyalizmine karşı ayak­lanmış Bolşevikleri kadar müttefikleri ola­rak görüyorlardı.

Bolşevik devriminin islâm dünyasında sevinçle karşılanmasının bir başka nedeni daha vardı. Kafkasya ve Orta Asya Türk Müslüman halklarının Çarlık Rusyasıyla yüzlerce yıldır sürüp giden Hıristiyan-îslâm kutuplaşması özgürlük mücadelesi ve direni­şi Ekim Devrimi'yle sona eriyordu. Devrimin ertesinde doğrudan bu halklara seslenen çağrılarda bağımsızlık, özgürlük ve kendi kaderlerini tayin hakkı vadediliyor ve devri­mi desteklemeleri isteniyordu.

Kışlık Saray'ın ele geçirilmesinin üzerin­den henüz bir hafta geçtikten sonra, Halk Komiserleri Konseyi "Rusya Halklarının Hakları Bildirgesi"ni yayınlamıştı; Bu Bildirge'de şu haklar da sıralanıyordu:

"- Bu halkların eşitliği ve egemenliği;

- Ayrılma ve bağımsız devletler kurma hakkı da içinde olmak üzere kendi kaderle­rini özgürce belirleme hakkı;

- Ulusal ve ulusal-dinsel düzeydeki tüm ayncalıkların ortadan kaldırılması;

- Rusya topraklannda yaşayan ulusal azınlıkların ve etnik grupların özgürce ge­lişmesi. "

Lenin ve Stalin 24 Kasım 1917'de imza­layıp yayınladıkları "Rusya'nın ve Doğu'nun Tüm Müslüman Emekçilerine"'baş­lıklı çağrıda ise şöyle sesleniyorlardı:

"...Rusya Müslümanlan, Volga ve Kırım Tatarları , Sibirya ve Türkistan Kırgızları ve Sartları, Transkafkasya'nın Türkleri ve Tatarları, Çeçenler ve Kafkas Dağlıları; Çarların ve Rusya'nın zalimle­rinin camilerini ve tapınaklarını yıktığı, inançlannı ve geleneklerini alaya aldığı sizler!

İnançlarınız ve adetleriniz, ulusal ve kültürel kurumlarınız bundan böyle özgür ve dokunulmaz olacaktır.

Ulusal yaşamınızı özgürce ve müda­halesiz olarak örgütleyin. Bu sizin hakkı­nız. Biliniz ki sizin haklarınız, Rusya'nın tüm halklarının hakları gibi, güçlü Devri­min ve onun organlarının, işçi, asker ve köylü temsilcileri Sovyetlerinin koruması altındadır.

Yoldaşlar.' Kardeşler! Gelin, dürüst ve demokratik bir barışa doğru birlikte yürü­yelim. Bayraklarımızda bütün baskı altın­daki halklara özgürlük yazılıdır.

Haydi bu devrimi destekleyiniz..."

Orta Asya ve Kafkasya'nın Türk-Müslüman halklarının devrimcileri Bolşeviklerin bu çağrısına olumlu yanıt verdiler. Halkları­nı örgütleyip birleştirerek seferber ettiler, iç savaştaki silahlı mücadeleye katılıp karşı devrimcilerin ve emperyalist işgalcilerin ye­nilmesinde, dolayısıyla Ekim devriminin muzaffer olmasında tayin edici bir katkıda bulundular.

Ne var ki, ilişkiler beklendiği gibi gitme­di. Verilen sözler tutulmadı. Reel politikalar için devrimci ilkeler çiğnendi. Sovyet yöneti­mi pragmatist ve hegemonyacı politikalara yönelerek doğulu komünistleri tasfiyeye yö­neldi.

Emperyalizme Karşı Mücadele ve "Sömürgeler Enternasyonali"

Sultan Galiyev, Sovyet ve Komünist En­ternasyonal politikalarına ilk eleştiri yapmış olan kişidir. Bu ilk eleştiriler sömürge halk­larının emperyalizme karşı kurtuluş müca­delesi ve Dünya Devrimi konularını kapsı­yordu.

Marksizmin kurucuları K. Marx ve F. Engels, düşüncelerini Avrupa ülkelerinin tarihsel evrimi ve somut koşulları üzerinde ge­liştirdiler. Avrupa merkezci bir temelde yo­rum ve tahminlerde bulundular. Sonraki yıl­larda da Marksizm Avrupa merkezci düşün­ce olmaktan kurtulamadı. Bu çerçevenin dı­şına çıkabilmiş ilk Marksist Lenin olmuştur denilebilir. Bunun nedeni Rusya'nın ikili (Avrupa'lı- Asya'lı) karakteri olabilir. Ancak, Lenin de, Avrupa merkezci düşünmeden kurtulamamıştır.

Lenin, Ekim Devrimi'ni dünya sosyalist devrimi için bir başlangıç olarak görüyor ve bu konuda asıl rolü Avrupa proletaryasına veriyordu. Lenin'in emperyalizm üzerine yaptiğı ve çıkardığı politik tahlillerle çelişir gibi görünse de bu böyleydi.

Bolşevikler Avrupa proletaryasının dev­rim yapacağına kesinlikle inanıyor ve güve­niyorlardı. Bu nedenle bütün poltikalan bu eksende gelişiyordu. Avrupa proleteryasının yapacağını düşündükleri devrim her an bek­leniyordu. Gün gün, ay ay bekleyiş sürdü.

Lenin Mart 1918'de şöyle yazıyordu:

"Alman işçileriyle kardeşçe ittifaka sa­dık kal. Onlar yurdumuza gelmekte gecik­tiler. Biz zaman kazanacağız, onların gel­diği günleri göreceğiz, ve onlar mutlaka yardımımıza gelecekler" (vurgular oriji­nalde)

Lenin, dünya devrimi vurgusunu ve Av­rupa proletaryasından devrim bekleyişini bu tarihten sonraki yazılarında've konuşmala­rında da tekrarladı. ///. Enternasyonal de," bu Avrupa merkezli devrim bekleyişi ve po­litikası üzerine kuruldu.

Sovyet ve Komintern yöneticileri Avru­pa proletaryasından dünya devrimi bekler­ken, Sultan Galiyev, onları emperyalizmi yenmek ve böylece dünya devrimini olanak­lı kılmak için Doğu'nun sömürge halklarına yönelmeye ikna etmek için çabalamıştır. Sultan Galiyev bu yöndeki düşünce ve çalışmalarıyla sömürge halklarının emperya­lizme karşı ilk ortak toplantısının gerçekleş­mesine öncülük etmiştir. 1-8 Eylül'de Bakû'de yapılan l.Doğu Halkları Kurultayı'nın fikir babası hiç kuşkusuz Sultan Galiyev'dir. Komintern yöneticileri emperyaliz­min yenilgisini ve sömürge halkların kurtu­luşunu sağlamayı, esas olarak emperyalist ülkelerin proletaryasının yapacağı bir dünya devrimine bağlıyorlardı. Galiyev'in görüşleri ise tam tersidir: Sömürge halklarının kurtu­luşunu bizzat bu halkların mücadelesi gerçekleştirebilir. Bu mücadelenin başarısı em­peryalizmin yayıldığı alanlardan kuşatılıp, sökülüp atılması, emperyalist sömürünün sona ermesi ve gücünün kesilmesi iledir ki, emperyalist ülkelerin proletaryasının kendi burjuvazilerini devirmesi dolayısıyla Dünya Devrimi olanaklı hale gelir.

Galiyev'in bu düşüncelerinin Lenin'in Emperyalizm teorisiyle uygunluk içinde ve onun mantıksal sonucu olduğu rahatlıkla ileri sürülebilir.

,Sultan Galiyev düşüncelerini sonraki yıllarda daha da geliştirmiş ve projesini "Sö­mürgeler Enternasyonali" olarak ifadelendirmiştir. Bu özellikleriyle Sultan Galiyev, marksizmi bir doğu toplumunun somut ko­şullarına uygulama girişiminde bulunan ve bu nedenle Avrupa merkezci düşünmeye ve devrim stratejisi kurmaya eleştiriler getiren ilk üçüncü dünyalı devrimci olmuştur. Bu nedenle, üçüncü dünyacı devrimin babası nitelemesi abartılı olmayıp yerinde bir nite­lemedir. Bu düşünceler dünya çapında ta­sarlanmış ilk antiemperyalist mücadele stra­tejisi olmaları açısından da tarihi bir değere sahiptir. Benzer düşüncelerin daha gelişmiş biçimleri daha sonraki yıllarda emperyaliz­me karşı mücadele eden üçüncü dünyalı bir­çok devrimci tarafından dile getirilmiştir. Bu üçüncü dünyalı devrimcilerin en özgün ve ünlüleri Frantz Fanon ve Che Guevara'dır.

Doğa Halkları!

İngiliz Emperyalizmine karşı ayaklanın!

Avrupa proletaryası devrim yapmadı.

Emperyalist kuşatma ve saldırı altındaki sovyet yöneticileri ölüm kalım günleri yaşı­yordu. Kazanılmış iktidarı, başarılmış devri­mi yaşatmak ve sürdürmek mümkün müy­dü? Nasıl? Doğu sömürge halklarının emper­yalizme karşı ayağa kaldırılması emperyalist saldırıyı zayıflatıp durdurabilir miydi? Sov­yet ve Komintern yöneticileri tereddütler­den sonra yüzlerini Doğu'ya döndüler.

Zaten Doğu halklarının komünistleri Ekim Devrimi'nin ertesinden başlayarak Bolşevikleri bu politikaya çekebilmek, ikna edebilmek için çabalayıp duruyorlardı.

Nihayet, Sovyet ve Komintern yönetici­leri gelişen olayların da zorlamasıyla Doğu halklarına yönelmeye karar verdi. Komünist Enternasyonal 1. Doğu Halkları Kurultayının Bakü'de yapılması için çağrıda bulun­du. Kurultay 1-8 Eylül 1920 tarihinde toplan­dı. En çok sayıda delegeyi Türklerin oluştur­duğu, tümüne yakını islâm dünyasından gel­miş 2000'e yakın delege Kurultaya katıldı. Mustafa Suphi, başkanlık divanında yer aldı. Kurultay boyunca İngiliz aleyhtarı coşkulu hava kesilmeden sürdü. Adeta bir İngiliz Müslüman sömürgeleri kurultayı havasın­daydı. Nitekim, yayınlanan bildiri bütün do­ğu halklarını "emperyalist ingiltere'ye har­sı kutsal savaşa" ve ayaklanmaya çağırıyordu.  Kurultay'ın bitiminde Türkiye Komünist örgütlerinin birleşme kongresi başladı. Bu örgütler tek partinin çatısı ve programı altın­da birleşerek Türkiye Komünist Partisi'ni 10 Eylül 1920'de kurdular ve Mustafa Suphi'yi başkanlığa seçtiler.

1. Doğu Halkları Kurultayı her yıl geniş­leyerek yapılma kararı almış ve bir Propaganda ve Eylem Komitesi seçmiş ve coşkulu bir şekilde bitmişti. Katılım ve sonuç bekle­nenden çok daha başarılı ve güçlü olmuştu. Ancak Kurultay amaçlarına ulaşamadı. Erte­si yıl toplanamadı.

Sovyet yönetiminin politikasında birkaç ay içinde büyük değişmeler yaşandı, iç sa­vaş Kafkas ve Orta Asya halklarının da des­teğiyle bolşeviklerin lehine sonuçlandıktan sonra, 1921'de yeni bir dönem başladı. Sov­yetler içerde Yeni Ekonomi Politika (NEP), dışarda banş içinde bir arada yaşama, dost­luk ve diplomasi politikası uygulamaya baş­ladı.

Avrupa'da devrim olmamıştı. Ancak sö­mürgeler dünyası günden güne artan bir şe­kilde, boydan boya kaynıyordu, ingiliz ve Fransız işgali altındaki Kuzey Afrika'da, Or­ta Doğu'da ve Asya'daki ülkelerin hepsinde emperyalizme karşı bir mücadele vardı ve kolay kolay durulmayacağının işaretlerini de veriyordu.

  Sovyet yönetimi ve komintern sömürge­leri ayaklandırma politikasından neden geri çekilmeye, çekilmekten öte tam tersi bir politika izlmeye başladı. Baku Doğu Halkları Kurultayı'nın emperyalist İngiltereye karşı Kutsal Savaş Çağrısının daha mürekkebi ku­rumadan İngiliz hükümetiyle siyasi madde­leri de içeren bir ticaret anlaşması imzalandı.

Sömürgeleri ingiliz emperyalizmine karşı desteklemeyeceğiz!

Ingiliz-Sovyet Ticaret Anlaşması sadece sömürgelerdeki ve nüfuz bölgelerindeki sos­yalist mücadeleleri değil, ingiliz işçi ve sos­yalist hareketini de olumsuz yönde etkile­mekten geri kalmayacaktı.

Ingiliz-Sovyet anlaşmasında sadece tica­rete ilişkin hükümler yer almıyordu. Anlaş­mada şöyle deniyordu:

    "Her iki taraf karşı tarafa karşı düş­manca hareket ve teşebbüslerden ve kendi sınırları dışında sırasıyla, İngiliz İmpa­ratorluğu ve Rus Sovyet Cumhuriyeti ku­rumlarına karşı doğrudan veya resmi pro­paganda yapmaktan kaçınır ve daha özel olarak Rus Sovyet Hükümeti, başta Hin­distan ve Afganistan bağımsız devleti ol­mak üzere Asya halklarının hiçbirini as­keri, diplomatik veya herhangi bir eylem ve propaganda biçimiyle İngiliz çıkarları veya İngiliz İmparatorluğu'na karşı düş­manca eylemlere teşvik etme girişimlerin­den imtina eder. İngiliz Hükümeti, Rus Sovyet Hükümeti'ne, eski Rus Imparatorluğu'nu meydana getiren ve bugün bağım­sızlığını sağlamış olan ülkeler için benzer ve özel bir taahhütte bulunur."

Çiçerin, 18 Nisan 1921 tarihli bir cevabi notada anlaşmaya kesinlikle uyulduğuna söylüyor ve "özellikle Afganistanndaki tem­silci ve görevlilerince anti-britanya politika­dan sakınmaları için direktif vermiştir" diye ekliyordu.

Baku 1. Doğu Halkları Kurultayı'nın or­taya çıkardığı Türk ve İslam dünyasının bir­leşme, dayanışma ve mücadele potansiyeli­nin ingiliz emperyalizminin uykularını kaçır­dığı ve ürküttüğü kesindi. Bu durum Sovyet yöneticilerini de tedirgin etmiş olabilir miy­di? Bu mümkündür.

Zira açıkça ortaya çıkıyordu, daha doğ­rusu gelişmelerden anlaşılıyordu ki, Orta As­ya, Kafkasya ve Ortadoğu bölgelerindeki Türk ve Müslüman halkların komünistlerin­de ve devrimcilerinde iki eğilim gittikçe güç­leniyordu: İslam dünyasının birliği ve Türk dünyasının birliği. Bu gelişme Avrupa em­peryalizmine karşı mücadele temelinde de gerçekleşse Sovyet yöneticilerini tedirgin et­miş olabilir.

Dış politikada da geri adım atmanın zorunlu politikası uygulandı. Mustafa Suphi ve yoldaşlarınınöldürülmesinden birbuçuk ay sonra Kemalist Ankara hükümetiyle ve Kuzeydeki Gilan Sosyalist Cumhuriyeti desteklenmeyip İran'la dostluk anlaşması imzalandı. Aynı günlerde İngiltere ile imzalanan ticaret anlaşmasın da, sömürgelerde İngiltere aleyhtarı faaliyette bulunmamak taahüdü verildi.

Bunların yukarıda izah etmeye çalıştığı­mız nedenlerden dolayı yapıldığını bilsek da­hi, ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlan bil­mek ve anlamak zorundayız.

Sultan Galiyev'in trajedisi, 192o'li yılların bu gelişmeleri çerçevesinde, doğru kavran­dığı zaman anlaşılır olmakta ve tarihi yerine oturabilmektedir. Sovyetlerin Doğu sömür­ge halklarını ayaklandırmaktan vazgeçmele­ri, ingilizlerle yapılan anlaşma ve Galiyev'in Anadolu'ya uzanan Sol kolu Mustafa Suphi ı* ve Yoldaşlar'ının öldürülmesi, Ankara Hükümetinin amacını Anadolu sınırları içinde bir devlet kurmak olarak ilan etmesi, Galiyev'in trajik sonunun başlangıcı olmuştur. Bundan sonraki yıllarda, konumu itibariyle bizzat varlığı bir sorun haline gelen, Sultan Galiyev sırat köprüsünün üzerinden yürüyerek kaçı­nılmaz trajedisine doğru sürüklenecektir.

  Sovyet yöneticileri tarafından Sultan Galiyev'e "mili komünist" olma nitelemesi suçlaması yapıldığını biliyoruz. Yine Sovyet yöneticilerinin Mustafa Kemal hareketi için "milli burjuva" nitelemesi yaptıklarını da bi­liyoruz.

Sovyet yöntemi 1920 sonlarından itiba­ren Mustafa Kemal hareketini fiili olarak desteklemeye başlamıştır. Mustafa Suphi ve Yoldaşları'nın öldürülmesine gerekli tepki gösterilmemiş ve öldürülmelerinden birbu­çuk ay sonra Ankara Hükümetiyle bir dost­luk anlaşması imzalanmış olduğuna yukarı­da değinmiştik. Anlaşmanın imzalanmasından sonrada Sovyetler Ankara'ya politik destekle yetinmeyip, para ve silah yardımı yapmışlar ve sürdürmüşlerdir. Ankara, hükümeti de Azerbaycan'da ve Gürcistan'da Bolşeviklerin iktidarı alması için fili askeri yardımda bulunmuştur. Kemalizme Sovyet des­teğinin daha sonraki yıllarda da sürdürüldü­ğü ve teorize edilip gerekçelendirildiği bilin­mektedir.

Baku Kurultayı sonrasında yaşanan, sö­zünü ettiğimiz gelişmeler yeni bir dönemin başlangıcıydı. Dünya devrimi hedefinden tek ülkede sosyalizmin kuruluşuna, devrimci enternasyonalizmden devlet sosyalizmine ri­cat edilmişti. Bu durumun hem dünya sosyalist hareketine hem de, Sovyetler Birliğinde ki, Türk Müslüman halklara çok ağır bedeli oldu.

Sultan Galiyev için ise trajedisinin baş­langıcıydı. Bunun sonrasını sırat köprüsü üzerinde yaşayacaktı.

Mustafa Suphi ve Yoldaşları'nın öldü­rülmesi Sultan Galiyev için çok ağır ve yeri doldurulamaz bir kayıp olmuştu. Mustafa Suphi, Galiyev'in Anadolu'ya uzanan sol ko­lu, çok sevdiği ve güvendiği fikirdaşı, soyda­şı ve yoldaşıydı. Sovyet yönetiminin ve Komintern'in en küçük bir tepki ve protestoda bulunmaması Galiyev'i tedirgin etti. Mustafa Suphi ve Yoldaşlan'nın öldürülmesine karşı yazılmış tek anma ve tepki yazısını Galiyev kendisi yazdı.

Doğu Halkları Kurultayı'nda seçilen Propaganda ve Eylem Konseyi'nin çalışma­larının sürüncemede bırakılması, Kurultay kararlarının yaşama geçirilmemesi ve Ku­rultayın takip eden yıllarda sürdürülmemesi Galiyev'e vurulan en büyük darbe oldu. Zira bu kurultay Galiyev için kafasında şekillendirdiği "Sömürgeler Enternasyonali" projesi­nin yaşama geçmesi ve kurumlaşmasıydı. Düşüncelerini ve amaçlarını paylaşan, çoğunluğu Türk-îsİam dünyasına mensup do­ğulu komünistlerin örgütlenmesi ve birleşmesiydi. Komünist Enternasyonalle aynı amaca yönelik-emperyalizmin yenilgisi, sömürgelerin emperyalizmden kurtuluşu ve dünya devrimi- ama ondan özerk ve tümüyle doğrudan doğulu komünistlerin yönettiği bir kuruluş olmalıydı ve olabilirdi. Bu aynı za­manda Sultan Galiyev için düşünce ve ey­lemlerini Rusya dışındaki Türk ve müslüman halklara ulaştırmak ve onlarla birleş­mek anlamına geliyordu. Dönemin özgün koşulları gereği Pan İslamizm ve Pan Türkizm ideallerinin bir kaynaşması ve kader birliği oluşuyor gibiydi.

O tarihte (1920) Pan-İslam (islam dünyasının birliği) ve Pan-Türk (Türk dünyasının birliği) düşüncenin (taraftar ve karşı olmak üzere) kendisini ilgilendiren üç muhatapı vardı. İngizi emperyalizmi, Sovyaet Devleti ve Ankara Hükümeti.

  Galiyev'in kurultaya katılmasının nasıl engellendiğini bilmiyoruz. Ancak görüşleri birçok Doğulu komünist tarafından dile geti­rildi. Kurultayın kararlan ve sonuç bildirisi de Galiyev'in düşüncelerine tamamen uyu­yordu. Kurultayın "Doğu Halklarına" çağrı­sı şu cümleyle sona eriyordu:

"Doğu Halklarının ve bütün dünya emekçilerinin emperyalist İngiltere'ye 'kar­şı Kutsal Savaş'ı sonsuz bir alevle yan­sın!"

İngiliz-Rus Ticaret Anlaşmasıyla Sovyet Hükümetinin İngiliz emperyalizmi'yle uzlaş­ması ve sömürgelerde ingiliz aleyhtarı mü­cadeleyi teşvik ve propaganda etmeme, des­tek vermeme sözü Galiyev'in ideallerine vu­rulmuş en büyük darbe oldu. Zira o tarihte Fas'tan Hindistan'a kadar bütün islâm dün­yası ingiliz ve Fransız emperyalizminin işga­li altında birer sömürgeydi. Galiyev ise bü­tün islam dünyasının Ingiliz-Fransız emperyalizminden kurtarılmasını amaçlıyordu.

İngiliz-Rus Ticaret Anlaşması ile aynı ta­rihte (16 Mart 1921) Ankara Hükümeti'yle Sovyetler arasında bir dostluk anlaşması im­zalandı. Ankara Hükümeti ile Fransa arasın­da da 20 Ekini 1921'de Ankara Anlaşması imazalandı. Bir süre sonra ingilizler Anado­lu'daki Yunan işgalini teşvik ve destekle­mekten vazgeçtiler.

İç savaş bitmiş, dış politika yoluna gir­mişti. Sovyet yönetimi için sıra iç sorunların çözümüne gelmişti. Bu sorunların başında da "ulusal sorun" geliyordu. Müslüman ko­münistlerin müttefik olarak desteği Sovyet yönetimi için hayati önemde olmaktan çıkmışti.

1921 yılında Sultan Galiyev Moskova'da kurulmuş olan Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi (KUTV)de görev yapmaya çağ­rılır. Galiyev için böyle bir görev eylem cep­hesinden geri çekilmek, kızağa alınmak ve pasif göreve getirilmek anlamındadır. Ne var ki, görev çağrısı bizzat Lenin tarafından ya-pılmıştir. Galiyev öneriyi geri çeviremez, ka­bul eder. Lenin'e saygısı ve güveni vardır. Galiyev'in bu güveni nedensiz değildir. Ulu­sal sorun ve yerel cumhuriyetlerde izlenen politikalar konusunda Lenin'in hassasiyet gösterdiğini zaman zaman görevlilere çok sert uyarı mektupları yazdığını Galiyev de bilmektedir. Son yıllarında ise sağlık koşul­ları nedeniyle parti çalışmalarından uzak kalmış  ve bu çalışmaları dolaylı yollarla yönlendirme­ye çalışmıştir. Lenin'in son yazılarından biri olup sekreterine yazdırdığı ve "Kongreye Mektup" adıyla bilinen notlarının son bölü­mü "Milliyetler Sorunu ya da Özerkleştirme" başlığıyla tanınır. Lenin'in bu yazılan  ancak 1956 yılında yayınlanabilecektir. Le­nin'in bu konulardaki yazılarının yayınlan­masının engellendiği ve Galiyev'in Lenin'in bu görüşlerini benimsediği ve yerli komü-

nistlere ulaştırma çabalarında bulunduğu anlaşılıyor. Bazı kaynaklarda yer alan ve 1923 yılı Ocak ayında, parti bölge komitele­rine "gizli" damgasıyla gönderildiği belirti­len Politbüro ve Merkez Komite'nin sirküle­rinde şöyle deniyor: "Lenin hasta, hali iyi değil; o artık Politbüro oturumlarına katıl­mıyor, alınan kararlan da okumuyor, ge­rekli siyasi enformasyonu bilmiyor. Ona hatta gazete okumak da yasak. Doktorlar tarafından, bazı fikirlerini yazmak için,' günlük gibi birşey yazmasına ancak izin veriliyor. Yani onlan ancak hasta bir in­sanın yazılan olarak kabul etmek gerek. A.A. Andreyev, N.î. Buharın, F.E. Cerjins-kiy, M.A. Kolinin, L.V. Kamanev, V.V. Kuybişev, V.M. Molotov, A.Î. Rıkov, Y.V. Stalin, M.P. Tomskiy L.D. Troçki."

Ulusal sorun konusundaki politika deği­şikliğinin dile getirildiği ilk kongre, (Nisan 1923'te yapılan) RKP-b- 12. Parti Kongresi olmuştur. Engellemelere rağmen Sultan Ga­liyev kongreye katılmış ve konuşmuştur. Kongre'den kısa bir süre sonra Komünist Partinin 4. Konferansı toplandı (Haziran 1923). Ardından Sultan Galiyev tutuklandı. Ne var ki, Sultan Galiyev'in tutuklanması hal­ka ancak aylarca sonra, Rus Komünist Parti­si Merkez Komitesi'nin ulusal bölgelerin ve cumhuriyetlerin sorumlu emekçileriyle Moskova'da Stalin'in başkanlığında yapılan ve Rus olmayan tüm önemli yöneticilerin de hazır bulundukları IV. Konferans sırasında duyuruldu. Öyle anlaşılıyor ki tartışmalar bir hayli fırtınalı geçti, çünkü bazı yoldaşlar res­mi açıklamaları kabul etmeyi reddediyor ve Sultan Galiyev'in devrimci mücadeleye kat­kılarını hatırlatarak boşuna onu kurtarmaya çalışıyorlardı. Bu konferans bugün bile bir sır olarak kalmayı sürdürmektedir, çünkü ne stenoyla yazılan tutanakları, ne de Sultan Galiyev'in mahkum edilişinin tam metni, hiç bir zaman yayınlanmamıştır. Sadece Stalin'in söylevini ve bundan böyle "Sultan Galiyevcilik" diye adlandırılacak olanı içeren sonuç bildirisini bilmekteyiz. Stalin, iki yüz­lü bir şekilde, Merkez Komitesindeki yoldaş­larının önünde, bu "haini" Doğu Cumhuri­yetlerindeki nitelikli kadro kıtlığı yüzünden korumuş olduğunu bahane göstererek özür diler. Bundan sonra, "Galiyevciler* aleyhine başlatılan temizlik ve tasfiye kampanyası aralıksız 1940'lara kadar sürdürülmüş, Türk-Müslüman halkların ilk kuşak "yerli", "ulu­sal", komünistlerinin önde gelenlerinin yüz­lercesi tasfiye edilmişlerdir.

1923 Nisanı'ndaki parti kongresi sonra­sında Galiyev tutuklanmış ve bir süre sonra da serbest bırakılmıştır. Artık yol ayrımına gelindiğini Galiyev de kabul etmiştir. 7 yıla yakın bir süre gösterdiği yapıcı eleştiriler ve olağanüstü sabırlı bekleyiş olumsuz sonuç­lanmıştır. Sovyet yönetimi verdiği sözleri tutmamış, bizzat kendisinin savunduğu ve ilan ettiği devrimci ilkeleri çiğnemeye başlamştır. Türk-Müslüman halklara karşı önce­leri Çarlık Rusyası'nın uyguladığı şoven ve hegemonyacı politikalar şimdi sosyalizm adına sürdürülmeye başlamıştır. Bundan sonradır ki Galiyev'in Sovyet yönetimine gü­veni ve umudu tükenmiştir, işte bu noktada­dır ki Galiyev Sovyet Sosyalizm deneyiminin geleceği üzerine şaşırtıcı bir tahmin ve dahi­yane bir kehanette bulunmuştur:

"Rusya artık devrim yolunda geri gi­demez ama Marksizmi de ne daha fazla inkâr edebilir, ne de devrim öncesi durum­larına geri dönebilir, önünde sadece bir tek yol kalıyor, yavaşça sağa doğru kay­mak, böylelikle sağcı bir rejime zemin ha­zırlamak... gelişmesini Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği formülü altında de­vam ettirmekte olan eski Rusya, çok fazla süremez. Sovyet Rusya geçici bir geçiş ol­gusudur. "

Tarih, Galiyev'i haklı çıkarmış ve kehânet gerçekleşmiştir.

Galiyev ölünceye kadar davasından vaz­geçmemiş 1923 yılından sonra çalışmalarına gizli olarak devam etmiştir. Sürekli takip ve tecrit ortamında bulunmasına, hayatının tehdit altında olduğunu bilmesine rağmen düşünce ve idealleri doğrultusunda çabala­maktan geri durmamıştır. Bu zor koşullar al­tında dahi Türk-Müslüman halkların devrim­ci aydınlarıyla (ulusal komünistler) ilişkiler kurmanın yolunu bulmuş, düşünce ve öneri­leriyle onları yönlendirmiş ve örgütlemeye çalışmıştır.

Sovyet yöntemi, ajanları eliyle Galiyev'den kurtulmak için Rusya dışına kaçma­sı, Türkiye'ye iltica etmesi için yol gösterici, kışkırtıcı ve hatta zorlayıcı çabalarda bulun­muştur. Ancak Galiyev halkından ve dava­sından uzaklaşmaya sebep olabilecek oyun­lara gelmemiştir.

Sultan Galiyev üzerine inceleme yapan batılı araştırmacılar onun düşüncelerini "Müslüman Ulusal Komünizmi" olarak ta­nımlamak eğilimindedir. Galiyev'in kendisi böyle bir kavram kullanmamıştır. Ancak Ga­liyev'in düşünceleri âdeta özgün bir "Türk-Îslam-Sosyalizm" sentezi intibaını vermek­tedir.

1921 yılında yazdığı "Müslümanlara yö­nelik Din Karşıtı Propaganda Metodlan" başlıklı yazısı önce "Milliyetlerin Yaşamı" dergisinin iki sayısında yayınlanır. 1922 yı­lında da Moskova'da broşür olarak basılır, ilginçtir ki bu yazısı islâmiyet üzerine yazıl­mış üstü örtülü bir "Kaside" gibidir, islâmın kültürel ve toplumsal değerleri ve dünya ta­rihindeki rolü özlü bir biçimde anlatılır, Islâm dünyasının emperyalizm tarafından sömürgeleştirilmesine karşı direnişinde islâm dininin ulusal kimlikle kaynaşmış olduğu be­lirtilir. Galiyev'in bu broşürü yazdığı tarihte bütün islâm dünyası Avrupa emperyalizminin işgali altında bulunmaktaydı.

Galiyev'in yazılarında Dünya Devrimi vurgusu sık sık yapılmaktadır. Galiyev o dö­nemin dünya gerçekliğini emperyalist ülke­ler ve sömürgeler dünyası olarak algılamak­ta ve düşüncelerini bu gerçekliğe göre oluş­turmaktadır. Galiyev dünya devrimini birkaç aşamalı tek bir süreç olarak tasarlar. Düşün­celeri Troçki'nin sürekli devrimini anımsa­tır. Galiyev'e kimilerinin "Müslüman Troçki" sıfatını yakıştırması sadece Sovyet yöne­timinin muhalifi olmasından değil, düşünce­lerinden dolayı olsa gerektir.

Galiyev, 1923-1928 yıllan arasında sö­mürgelerde devrim konusundaki düşüncele­rini daha da geliştirdi ve teorik netliğe ka­vuşturdu. Bu teoriye göre sömürge ülkelerin devrimcilerinin yöneteceği Komünist Sö­mürgeler Enternasyonali kurulmalıydı. Emperyalizme karşı mücadele bu örgüt eliy­le sürdürülebilirdi. Bu Sömürgeler Enternas­yonali, Asya'nın, Afrika'nın ve Amerika'nın tüm ezilen halklarını bağrında toplamalıydı.

Galiyev'in tasarladığı böyle bir Sömür­geler Enternasyonali'ni kurabilmek için atı­lacak ilk adım Türk dünyasının yaşadığı coğ­rafyada oluşturulacak ve Türk dünyasının birliğini gerçekleştirecek Birleşik bir Türk Devletinin kurulmasıydı. Galiyev buna Turan Sosyalist Fedeatif Halk Cumhuriyeti? diyordu. Turan Sosyalist Cumhuriyeti bütün Türk-îslâm dünyasını birleştirecek, giderek üç kıtanın bütün sömürgelerini tek bir temel amaç etrafında örgütleyip "Komünist Sö­mürgeler Enternasyonali" ni kuracaktı. Te­mel amaç emperyalizmin sömürgelerden kovulmasıydı. O tarihte ve bugün de- Tûrk-islâm dünyası sömürge durumundaydı ve sö­mürgeler dünyasının üçte ikisini oluşturu­yordu.

Galiyev'in düşüncelerinde ve projelerin­de ilginç bir temel motif bir ideal ve adeta bir ütopya sezinlememek mümkün değil. Galiyev Türk-tslâm dünyasının kurtuluşunu ve bağımsızlığını birleşmesinde görüyor ve bunu sosyalizm idealiyle ilişkilendirip bir in­sanlığın kurtuluşu misyonuna dönüştürüyor. Emperyalizmin işgali ve tahakkümünden; kapitalizmin sömürüsü ve toplumu düşman sınıflara bölüp ulusal birliği parçalamasın­dan kurtulmuş bir insanlık dünyası.

Günümüz Dünyası ve Sultan Galiyev

Günümüz dünyasının manzarası ve ger­çekliği nedir? Günümüz dünyasının en temel gerçeği emperyalist sömürgeciliktir, insan­lık, "Avrupa Uygarlığının başlattığı ve 500 yıldır acımasızca sürdürdüğü sömürgeci sistemin yarattığı vahşet dünyasında yaşı­yor. Savaşlar, işgaller, darbeler, işkenceler ve katliamlar hep batının sömürgeci sistemi­nin sürmesi için yapılmıştır ve yapılmaktadır.

Sömürgecilik 500 yıldır kılık ve yöntem değiştirmiştir. Ama özü aynı kalmıştır. Sis­tem, klasik (vahşi) sömürgecilikten yeni sö­mürgeciliğe ve giderek çağdas-global sö­mürgeciliğe özünü ve amacını değiştirme­den evrilmiştir.

İnsanlığı emperyalizm ve kapitalizm sö­mürüsünden kurtarma amacı ve iddiasıyla yola çıkan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği bir gecede (!?) Rus emperyalizmine dönüşmüştür.

Globalizm ve "Yeni Dünya Düzeni" dünya­nın emperyalist güç merkezleri tarafından paylaşılmasına verilen isimdir. Üçüncü Dün­ya (Azgelişmiş ülke-Çevre-Güney) ülkeleri denilen ülkelerin yarıdan çoğu Türk-îslâm dünyasına mensuptur. Bütün Türk-îslâm dünyası, Amerika-Avrupa-Rusya emperya­lizmleri tarafından nüfuz ve egemenlik saha­larına bölünmüştür. Ve bu ülkelerin hepsi emperyalist paylaşım içinde bölünmüş, pa­ramparça edilmiş, birbirine düşman eilmişbir durumdadır.

Beşyüz yıldır sürüp giden sömürgeci sistem kapitalizmin bütün pislik ve çelişki­lerini Üçüncü dünya halklarına fatura edip aktaracak bir mekanizmayı kurmuştur. Sa­vaşlar, katliamlar ve işgallerle bu mekaniz­mayı sürdürmektedir.

Bu nedenle Üçüncü dünya halkları, yüz­yıllardır işkenceleri, askeri darbeleri, enflas­yon ve devalüasyonları, infazları, etnik bo­ğazlaşmaları, işsizliği, açlığı ve yoksulluğu yaşayıp dururlar.

Bu durumun bu ülkelerde meydana ge­tirdiği toplumsal sorunlar ise saymakla bit­mez.

Kısacası Sultan Galiyev'in düşünceleri ve idealleri hala günceldir ve önümüzdedir.

Sovyet yönetimi Sultan Galiyevi 60 yıl boyunca yasakladı ve karaladı. Yazılarının yayınlandığı dergileri kütüphanelerden kal­dırdı. Adeta adını tarihten kazıyıp yoketmek istedi. Sultan Galiyev'i dünyaya tanıtan Aleksandr Benningsen-C.L.Quelquejay'ın araş­tırmaları oldu. Bu yazarlar bu konudaki ilk araştırmalarını 1960 yılında Fransızca ola­rak yayınladılar. Türkiye'de Galiyev konu­suna ilgi göstermiş az sayıdaki aydının (Ce­mil Meriç, Kemal Tahir, Attila ilhan) ilk bil­gilenme kaynağı da bu kitap oldu.

A. Benningsen-C.L.Quelquejay, Sultan Galiyev konusundaki araştırmalarını 30 yıl­dan fazla bir süre boyunca sürdürdüler. Ga­liyev konusunda araştırma yapmanın zor­luklarını belirtmek için, son yayınladıkları kitapları, (Sultan Galiyev, Le Pere de la Re-volution Tiers-Mondiste- Sultan Galiyev Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası)na\ önsözünde şu açıklamayı yapıyorlar.

"Ne ölüm tarihini, ne de ölüm koşulla­rını biliyoruz. Karanlık bir hücrede ense­sine bir kurşun sıkılarak mı öldürüldü? Uzak Kuzey Sibirya'daki bir ölüm kampında sefalet içinde mi öldü?

Bu biyografi denemesi de eksiksiz de­ğildir ve çok sayıdaki boşluk, çok uzak gö­rünse de ancak bir gün KGB'nin arşivleri­nin araştırmacılara açılmasıyla dolduru­labilecektir. Şu an için tarihsel bir rol oy­namış bir kişiliğin yaşamı ve fikirlerini ancak "dışarıdan gözlemlerle anlatabilece­ğiz; tıpkı hiyeroglif yazısını çözen Cham-pollion öncesi Eskiçağ tarihçilerinin Fira­vunlar dönemi Mısır'ının tarihini yalnız­ca Kitab-ı Mukaddes'ten ve Heredot Tari-hi'nden harekette açıklamaya çalıştıkları gibi"

Sultan Galiyev ve onun düşüncelerini paylaşmış yüzlerce doğulu komünistin yazıları ve yaşamları üzerine henüz bilgileri­miz çok sınırlıdır. Son yıllarda Sultan Galiyev'e ilginin arttığı görülmekte olup, Sovyet­ler Birliği'nin dağılmasından sonra bu ilgi daha da hızlanmıştır, ilgili kaynaklarda Ha-bib Tengur isimli bir edebiyatçının Sultan Galiyev isimli bir roman yayınladığı (Paris, Sinbad, 1985} yine Fransa'da Kenize Murat isimli bir gazeteci ve romancının aynı isimde bir roman hazırladığı belirtilmektedir. Yine kaynaklarda belirtildiğine göre Tatar Türk Aydınları "Sultan Galiyev Fikir Kulübü" adı altında örgütlenmiş olarak çeşitli etkin­liklerde bulunmaktadırlar.

Benzer bir ilginin Türkiye'de de oluştu­ğu gözlenmekte olup doğrudan Sultan Gali­yev'i konu alan üç önemli kitap yayınlanmış bulunmaktadır. Bunlar sırasıyla Erol Kaymak'ın telif incelemesi Sultan Galiyev ve Sömürgeler Enternasyonali; Tatar Yazarlar Birliği Başkanı Renat Mııhammedi'nin Sul­tan Galiyev, Sırat Köprüsü isimli belgesel biyografik romanının çevirisi ve A. Benning-sen-C. L. Quelquejay'ın yukarıda sözünü etti­ğimiz Sultan Galiyev, Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası başlıklı araştırma ve ince­lemeleridir.

Gecikerek de olsa Türk okuyucusunun Sultan Galiyev' i tanıması olumlu bir geliş­medir. Sultan Galiyev'e ilginin artarak süreceğini, düşüncelerinin Türk fikir dünyasını zenginleştirerek etki ve katkıda bulunacağı­nı düşünüyoruz.

Sultan Galiyev'in Kısa Yaşam Öyküsü

Sultan Galiyev, bir köy öğretmeni olan Mir Said Haydar Galiyev'in oğlu olarak 13 Temmuz 1882 yılında, Başkırdistan'ın Elimbetova köyünde dünyaya geldi, ilkokulu köy ilkokulunda okudu. Daha sonra Kazan'dâ Tatar Pedagoji Enstitüsü'ne yazıldı. O yıllar­da ilerici ve devrimci genç Türk Tatar aydın­larının yuvası olan bu enstitüyü 1901 yılında bitirdi. Bir kaç yıl köy öğretmenliği yaptık­tan sonra 1905 yılında Ufa'ya geldi. Ufa Bele­diye Kütüphanesi'nde çalışmaya başlayan Galiyev, bu yıllarda Tolstoy'dan çocuk hika­yeleri, Zosariminski'den çocuk masalları gi­bi Rus edebiyatından Türkçe'ye çeviriler yaptı. Duyarlı, hümanist ve idealist bir kişili­ği olan Sultan Galiyev Ufa'daki sol kanat îslâm milliyetçileri ve devrimcileri ile ilişkiye girdi. Ufa'da yayınlanan gazetelere takma isimlerle yazılar yazdı.

Sonraki yıllarda Galiyev yeniden öğret­menliğe dönerek, Bakü'de bir Tatar öğretmen okulunda göreve başladı. Mehmet Emin Resulzade ile tanıştı ve Azerbaycan Müsavatçılarının sürdürdüğü milli harekete aktif olarak katıldı. Galiyev'in düşünceleri bu yılarda (1915-1917) Sosyalizme doğru ge­lişti. Ulusal ve toplumsal sorunları birleşti­ren yazılarını gazete ve dergilerde yayınladı.

1917 Şubat devrimi sonrası 1-11 Mayıs 1917'de Moskova'da toplanan Bütün Rusya Müslümanları Kongresine çağrıldı ve Ge­nel Sekreterliğe seçildi. Kongre sonrası Kazan'a geçen Sultan Galiyev, Molla Nur Vahidof tarafından örgütlenen (MUSKOM) Müs­lüman Sosyalistler Komitesine girdi. Bu komitenin yetkilisi durumuna gelen Sultan Galiyev, bolşeviklerle birlikte çalışmaya başladı ve bolşevik partiye katıldı. Bundan sonra başlıca amacı Orta Asya Türk-Müslüman halklarının ulusal ve toplumsal kurtulu­şu uğrunda çalışmak, bu halkların Ekim devriminin zaferine ve amaçlarına katılmalarını sağlamak oldu.Zira Ekim devrimi bu halkla­ra özgürlük vadediyordu. Yoğun olarak bu doğrultuda düşünceler geliştirmeye ve ör­gütlenmeler yapmaya başladı.

10 Ocak 1918'de bolşevik parti toplantı­sında Îdil-Ural'da Tatar Başkır Milli Devleti'nin kurulması yolunda girişimde bulundu. Molla Nur Vahitov un isteği üzerine Merkez Müslüman Komiserliği'nin adı Tatar-Başkır Komiserliği olarak değiştirildi. 10-16 Mayıs 1918'de Moskova'da Tatar-Başkır Cumhuriyeti'nin Kurucu Meclis hazırlık toplantısı yapıldı. Tatar-Başkır Burjuva milliyetçileri Zeki Velidi Togan ve Sadri Maksudi, Gali­yev'in karşısında yer alıyor ve dar bölge özerklik istekleri doğrultusunda Lenin'le an­laşmaya çabalıyorlardı. Galiyev ise Türk-Müslüman halkların bölünmesine karşıydı.

2 Mayıs 1918'de Molla Nur Vahidof baş­kanlığında Merkezi Müslüman Askeri Ko­mite kurularak Müslüman Kızılordusu'nun örgütlenmesi görevi Sultan Galiyev'e verildi. Sultan Galiyev, 5. Kızılordu'nun yüzde yetmişbeşini meydana getiren Tatar-Başkır Taburlarinı ve Müslüman Kızıl Alaylan'nı örgütledi. Molla Nur Vahidof ve Sultan Gali­yev 17-20 Haziran 1918'de Kazan'dâ Müslü­man Bolşevikleri Bütün Rusya Kongresi'ni topladılar. Bağımsız devlet kurma isteğinin tartışıldığı bu kongrede Sultan Galiyev Türk ve Müslüman bütün halkların Birleşik Cep­hesi modelini savundu. Burjuva milliyetçisi Zeki Velidi Togan grubu ise Türk halklarının ayrı ayrı federe devletler kurması görüşünü savundular.

Beyazlar ve Çek lejyonerleri 6 Ağustos 1918'de Kazan'a saldırdı. Moskova'da bulu­nan Molla Nur Vahidof, Tatar Kızıl Alayı'nın başına geçerek Kazan'a gitti, çarpışmalarda beyazlara esir düştü ve idam edildi. Molla Nur Vahidof un ölümü Galiyev için çok bü­yük kayıp oldu.

Sultan Galiyev'in Mustafa Suphi ile bir­likte çalışmaya başlaması da aynı günlerde oldu. Stalin'in başkanlığında Milliyetler Halk Komiserliği'ne bağlı olarak görev yapan Galiyev, Mustafa Suphi'yi "Yeni Dünya" gaze­tesini yayınlamakla görevlendirdi.

Galiyev'in bu yıllarda. Türkler arasındaki saygınlığı ve otoritesi çok yüksektir. Türk-Müslüman halkların komünistlerinin çoğun­luğu Galiyev'in yanındadır ve ilişki halinde­dir. Galiyev Doğu Komünist örgütleri Merkez Büro üyesidir. Aynı zamanda Müslü­man Askeri Kurul Başkanıdır. Galiyev'e bağlı askeri birliklerin karşı devrimci gene­ral Kolçak'ın kuvvetlerine karşı verdiği mü­cadele dolayısıyla bölgeye gelen Askeri Dev­rim Konseyi Başkanı Troçki de Galiyev'in karizmatik saygınlığından ve komünist ta­burlarından etkilenir.

1919-1920 yıllan Galiyev için yoğun ça­lışmalarla geçer. Zaman zaman Lenin'le gö­rüşür. 1920 Eylül'ünde Bakü'de "I.Doğu Halkları Kurultayı" toplanır. Kongre çağrı­sını yapan Komünist Enternasyonal'dir. Galiyev kongreye katılmaz. Katılmasının en­gellenmiş olması gerekir. Ne var ki, katılan delegelerin büyük çoğunluğu Galiyev'in gö­rüşlerini ya da benzerlerini dile getirir. Kongreye belirgin bir anti-İngiliz hava, ege­mendir. Emperyalist ülkelerin komünist de­legeleri ile sömürgelerden gelen doğulu ko­münistler arasında tartışmalar olur. Kurulta­ya katılanlar arasında Türk-Müslüman halk­ların temsilcileri çoğunluktadır.

Baku Kurultayı'nda bir Propaganda ve Eylem Komitesi seçilir. Doğu halklarının emperyalizme karşı ayaklanma çağrılan ya­yınlanır. Ne var ki, birkaç ay içinde Sovyet­lerin izlediği devlet politikasında büyük de­ğişmeler olur.

TKP yöneticisi Mustafa Suphi ve Yoldaşları Türkiye burjuvazisi tarafından hain bir tuzakla öldürülür. Birbuçuk ay sonra Sov­yetler Kemalist Ankara Hükümeti ile bir dostluk anlaşması imzalar. Benzer bir anlaş­ma İran Şahı ile imzalanır. Bunları Sovyet-İngiliz ticaret anlaşması takip eder. Fransız hükümetiyle ilişkiler kurulmaya başlanır. Sürekli her yıl yapılması düşünülen Doğu Halkları Kurultayları yapılmaz. I. Kurultayda seçilen Propaganda ve Eylem Komitesi programlanan çalışmalarını sürdürmez. Bu­nu iç politikadaki NEP (Yeni Ekonomi Politika) ve ulusal sorun konusundaki değişmeler izler.



Bu yeni gelişmeler Galiyev'in düşünce­leri ile ve giderek varlığı ile çelişecek, başla­yan bu süreç Galiyev'i trajik sonuna doğru adeta zorla sürükleyecektir.

Mustafa Suphi ve Yoldaşları'nın öldürül­mesi Galiyev'i son derece üzer. Mustafa Sup­hi, Galiyev'in adeta sol koludur. Türk-Müslü­man halkların bir ucu Orta Asyada ise bir ucu Anadolu'dadır. Galiyev için Mustafa Suphi Türk Dünyasının Anadolu Kolunun Komünist önderidir.

Galiyev için ikinci büyük darbe Doğu . Halkları Kurultaylarının sürdürülmesinden vazgeçilmesidir. Emperyalizme karşı bütün Doğulu sömürge halkların ayaklanmasının birleşik organı olacak olan bu kurultayların sürdürülmemesi son derece olumsuz sonuç­lara yol açmıştır. Hindistan'dan Orta Doğu'ya, Orta Doğu'dan bütün Kuzey Afrka'yı kucaklayarak Fas'a kadar uzanan bir coğrafya'da ingiliz ve Fransız emperyalistlerinin uykularını kaçıran bir mücadele vardı ve hertürlü gelişme potansiyelini taşıyordu. Sultan Galiyev bizzat Lenin'den gelen öneriyle Moskova'da göreve çağrıldı. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi rektör­lüğü görev teklifini kabul etti. Lenin'e olan sarsılmaz güveni ve saygısı nedeniyle, kendi­si için Savaş cephesinden pasif göreve çekil­mek anlamına gelen bu görev teklifini red e­demedi.

1922 yılından itibaren Lenin'in rahatsız­lığının parti çalışmalarına ve kongrelerine katılmasına imkân vermemesi Galiyev için ayrı bir talihsizlik oldu. Galiyev'in 1923 Nisan'ında yapılan 12. Parti kongresine katıl­ması engellenmek istense de Kongreye katil­di ve konuştu. Haziran 1923'te tutuklandı. Galiyev'in bundan sonraki yaşamı, günü­müzde bile açıklığa kavuşamamış efsanevi ve trajik bir bilinmezliktir.

Sultan Galiyev, 1923'e gelindiğinde, Orta Asya ve Kafkasya Türk-Müslüman Halkları­nın, Türkiye, İran, Azerbaycan ve Afganistan komünistlerinin arasında otoritesi, saygınlı­ğı ve kişisel dostluk ilişkileri olan bir lider konumuridaydı. Ekim Devriminin ortaya çı­kardığı birçok kurum ve örgütte de önemli ve yetkili bir yönetici liderdi. Başta, Uluslar Halk Komiserliği (NARKOMNATS) 2. sekre­teri, Halk Komiserleri Konseyi (SOVNAR-KOM) üyesi. Devrim Komite Konseyi (REV-KOM) üyesi, Kazan Halk Komiseri (NAR-KOM), Müslüman Koleji yöneticisi, Doğu Komünist örgütleri Merkez Bürosu üyesi, Doğu Halkları Komünist Üniversitesi (KUTV) rektörü, Müslüman Kızılordu Askeri Komite Başkanı (Genel Kurmay Başkanı) görevleri olmak üzere Türk ve Müslüman halklara ait yirrniyedi. seksiyonun da yöneti­ciliğini yapıyordu,

Bu konumlanıştan da açıkça bellidir ki, Sultan Galiyev tüm yaşamını ve kaderini bolşeviklere bağlamıştı. Bu nedenle, kendi mil­letinden sosyalizm düşmanı burjuva milli­yetçisi aydınlarla çatışmalara girdi. Meyda­na gelen olaylarla, tarih, Sultan Galiyev'e trajik bir son hazırladı.

1923 sonrası yaşamı, esrarlı bir bilinme­yendir. Kümlerine göre 1923'te tutuklanıp serbest bırakılmış, 1928'de tekrar tutuklanıp 1930'da idam cezasına çarptırılmış ve bu ce­zası on yıl toplama kampına sürgün cezasına çevrilmiştir. Kimilerine göre 1928'de öldü­rülmüştür. Bazdan 1930, bazıları 1940 yılın­da hapishanede bizzat Lavrenti Beriya tara­fından kurşuna dizildiğini yazar. Bir iddiaya göre ise, toplama kampında ölmüştür. Bir başka iddiaya göre ise, Sultan Galiyev ceza­sını çektikten sonra itibarı geri verilmiş ve ikinci Dünya Savaşı'nda yüksek kızılordu rütbesiyle Doğu cephesinde Almanlara karşı savaşmıştır. Diğer bir iddiada ise, Sultan Ga­liyev'in Stalin tarafından özel olarak tahsis edilen bir apartman dairesinde Moskova'da yaşadığı ve 1952'de ölünceye kadar Stalin'in hizmetinde çalıştığı belirtilir. Görüldüğü gi­bi, Galiyev'in yaşamı trajedi kahramanlarına özgü söylencelere konu olmuştur.

Sultan Galiyev öldü. Veya öldürüldü. Galiyev'in uğruna bütün yaşamını verdiği idealleri, yaşadığı 1920'li yılların koşulların­da üretilmiş, mensubu olduğu Türk-îslâm dünyasına evrensel bir insanlık misyonu bi­çen bir "Nizâm-ı Âlem Mefkûresi"midir? Sul­tan Galiyev'in üç büyük ideali vardı ve bun­lar adeta bütünleşmiş, içice geçmiş bir sen­tez gibiydi. Birincisi, Türk-îslâm dünyası­nın birliği; ikincisi, bütün üçüncü dünyanın sömürülen ve ezilen mazlum halklarının bir­liği; üçüncüsü ise emperyalist kapitalizmin tahakkümünden ve sömürüsünden kurtul­muş bir insanlıktır. Sultan Galiyev bu ideal­lerini Turan Sosyalist Federatif Halk Cum­huriyeti, Komünist Sömürgeler Enternas­yonali ve Dünya Devrimi kavranılan ile ta­nımlayıp somutlaştırıyor ve sürekli bir devrimci mücadele süreci olarak tasarlıyordu.

Büyük ideallerin adeta ilâhi bir niteliği vardır. Belki gerçekleşmezler, ama ölmezler de. Bu idealler yaşadıkça, onlan paylaşanlar­la birlikte Sultan Galiyev de yaşamaya devam edecektir.



* Sosyalist Yayınları Sahibi Hasan Basri Gürses'in bu yazısı ULUSAL Dergisinin 1997 yılı Güz sayısından (4.sayı) alınmıştır.

Kendisi Galiyev ile ilgili ilk kitabı ve çevirisini okuyucuya kazandıran kişidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder