Marksizm! Kapitalizmin bir analizi olarak ele aldığımızda ulusun ortaya çıkşı konusunda bir açıklama bulmamıza rağmen, sömürgeciliğin asıl hedefi olan Doğu'da ve Güney'deki, bu ülkelerin tanımlanması, geri, modernite dışı ve barbar olarak nitelendirilmiştir.
Sömürgeciliğin konusu olan bu ülkelerden zaman zaman ulus (nationalites) olarak bahsedilse de, bu toplumlar toprak ve dil birliğine sahip olmalarına rağmen, ırk yada kabileler toplamı olarak anlaşılmıştır, (s. 168)
Kısacası "ulus" Avrupa ve burjuva devrimleriyle sınırlı tutulmuştur. Sanayi burjuvazisinin ulusun sözcülüğünü üstlendiği doğrudur, ancak bunun yaşama geçmesi, işçi ve köylülerin burjuvalar tarafından silah başına çağrılmasıyla değil, sanayi burjuvazisinin sömürgeci politikasına onları ortak edilmesiyle tamamlanmıştır.
Bunun anlamı sömürgelerden aktarılan zenginiğin "demokrasi" adı altında "ulusun yani burjuvazinin" yandaşı haline gelen emekçiler tarafından da paylaşılmasıdır. Sorun, onlar tarafından tam olarak bu şekilde konmasa da, bunun ip uçlarını Engels'de görüyoruz;
"Serbest ticaret, mali ve ticari, iç ve dış politikanın tümünü, İngiltere'nin, (ulus) adına iş yapan sınıf olan sanayici kapitalistlerin çıkarlarına uyarlanması anlamına gelir.... her şey tek bir amaca, sanayici kapitalist için en fazla önemi olan bir amaca bağlı bulunuyordu: bütün hammaddelerin ve özellikle, işçi sınıfının yaşam araçlarının fiyatının düşürülmesi; hammadde maliyetinin düşürülmesi ve ücretlerindüşürülmese bile düşük düzeyde tutulması. İngiltere dünyanın "atölyesi" durumuna gelecek; bütün öteki ülkeler, İngiltere için İrlanda şimdi ne ise o yani ona karşılık olarak hammadde ve yiyecek sağlayan, sanayi ürünleri için pazarlar olacaktır."(IX)
Sömürgecilik sadece karlı bir gasp işlemi olduğu için değil ama aynı zamanda, ulusal pazarın rekabetçi dar, sınırları içinde yıkıcı devrimci hale gelen emekçileri tehlikeli olmaktan çıkaran bir çare olarak "ulus devleti"in ana politikasını oluşturmuştur.
Engels bu bağlaşıklığı şöyle nitelendiriyor:"Kapitalist manifaktür dönemi boyunca gelişmesiyle birjikte, Avrupa kamuoyu, utanc ve vicdan denen şeyin son kalıntılarını, da yitirmişti. Uluslar, kapitalist birikim aracı olarak kendilerine hizmet eden her türlü aracı övüyorlardı .... Eğer para, Auger'in dediği gibi, "dünya ya bir yanağında doğuştan kan lekesi ile geliyor"sa, sermaye tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak geliyor." (2)
Bu tanımlamalara rağmen Marx tarafından sömürgecilik geri ülkelerde, geri üretim tarzlarını parçalayan acı verici ama zorunlu olması gereken bir süreç olarak adlandırılmıştır. 2 haziran 1853'de Engelse yazdığı mektupda Berier'i Doğu sorununda haklı görmesine rağmen, kendi yaklaşımını sorgulamamıştır: "Toprak mülkiyetinin olmayışı gerçektende doğunun tümü için anahtar. Doğunun siyasal ve dinsel tarihi bu noktaya dayanıyor. Ama nasıl oldu da doğulular, feodal biçimde de olsa, toprak mülkiyetine varamadılar? .... Bir doğu hükümetinin hiçbir zaman üçten fazla departmanı olmadı: maliye (ülke içi yağma), savaş (ülke dışı yağma) ve bayındırlık (yeniden üretim için hazırlık)." (3)
Ayrıca sömürgelerde patlayan ayaklanmalara özel devrimci bir nitelik verilmemiştir:
Bunlar "halk ayaklanması" olarak nitelendirilse bile yapılan analizler son derece ilginçtir; "..İngiliz işçilerin sömürge politikası hakkında ne düşündüğünü soruyorsunuz. Evet, politika hakkında genel olarak ne düşünüyorlarsa onu; burjuva ne düşünüyorsa onu.... işçiler de İngiltere'nin dünya pazarındaki ve sömürgelerdeki tekelinden kendi paylarına düşeni afiyetle yiyorlar."
Alıntıya burada biraz ara vererek duralım ve kendimize şu soruyu soralım; çözüm olarak ne önerdiler? Avrupa proleteryasının greve gitmesi yada Avrupa proleteryasına da tebelleş olan burjuvazinin sömürgelerde tepelenmesi mi? Hayır! Devam ediyorum:
"Benim görüşüme göre, asıl koloniler, yani Avrupalı nüfusun yerleştiği ülkeler Kanada.Kap, Avustralya hepsi bağımsız hale gelecek; öte yandan boyun eğdirilmiş ülkeler olan yerli nüfusun yaşadığı Hindistan, Cezayir ve Hollanda'nın, Portekiz'in ve İspanya'nın ellerinde bulunan ülkeler şimdilik proleterya tarafından devralınmalı ve olabildiği ölçüde hızla bağımsızlığa kavuşturulmalıdır. Bu süreç nasıl gelişir söylemesi güç. Hindistan belki, hatta çok olasıdır ki, bir devrim yapacaktır; ama proleterya kendi kurtuluş sürecinde herhangi bir sömürge savaşını yürütemiyeceği için, Hindistan'a ne yapması gerektiği söylenemiyecektir; kuşkusuz böyle işler, her türlü yıkımı yapmadan geçip gitmez, ama tüm devrimlerde böyle şeyler olur. ... Bizim, kendi ülkemizde yapacak yeterince işimiz var. Yeniden örgütlenmiş bir Avrupa ve bir Kuzey Amerika öylesine dev bir güce erişecek ve öylesine bir örnek oluşturacak ki, yarı uygarlaşmış ülkeler (bizi kastediyor olmalı) otomatik olarak onların izinden yürüyecektir; Bana öyle görünüyor ki, bu ülkelerin bizim gibi, aynı biçimde, sosyalist örgütlenmeye ulaşmadan önce geçmek zorunda oldukları toplumsal ve siyasal evreler üzerine yapacağımız varsayımlar yalnızca boşa olur. Tek bir şey kesin utkan proleterya kendi utkusunu dinamitlemeden, hiç bir yabancı halka mutluluk dayatamaz." abç (4) Görüldüğü gibi Avrupalı koloniler dışında kalan sömürgelerin bağımsız olmaları dahi şüphe götürürken, kurtuluşu Amerikalı ve Avrupalı proleterlerin zaferine kadar ertelemek gerekiyor.
Marx'ın sömürgelere bakış açısına gelince; "Burjuvazi, kırı kentin egemenliğine soktu. Çok büyük kentler yarattı, kentsel nüfusu, kıra kıyasla, büyük ölçüde arttırdı ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir kısmını kırsal yaşamın bönlüğünden kurtardı. Kırı nasıl kentlere bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı barbar ülkeleri de, uygar olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, Doğuyu Batıya bağımlı kıldı, abç (5) Henüz ulus konusuna değinmediğimiz düşünülebilir, sorun da buradadır: Marx sömürgelerin uluslaşma sürecine değinmediği gibi bunu gereklide görmez. Aksine kapitalizmin serbest ticaret ile, (ilerde avrupa proleteryasının arkasına takılacak toplumların) medeniştirici ve çözücü rolü üzerinde durur.
Nasılmı?
"Buhar, elektrik, makinenin pek büyük üretim gücü ancak serbest ticaret altında tam olarak gelişebilir; ve gelişme ne kadar hızlı olursa, onun kaçınılmaz sonuçları da daha kısa sürede ve daha tam olarak gerçekleşebilir; toplum iki sınıfa bölünür, bir yanda kapitalistler, bir yanda ücretli işçiler, bir yanda kalıtsal ücret, bir yandak kalıtsal güç; piyasalar sanayinin sürekli olarak artan üretimini ememediğinden, arz talebi aşar; sürekli olarak yineleyen bir gönenç devresi, mal fazlası, bunalım, panik, kronik çöküntü ve ticaretin yavaş yavaş canlanması, sürekli bir iyileşmenin değil, ama yeni bir üretim fazlasının ve bunalımın habercisi; kısacası, üretim güçleri öyle bir derecede gelişir ki, dayanılmaz engellere karşı olduğu gibi, harekete geçirilildikleri toplumsal kurumlara karşı da isyan ederler; tek geçerli çözüm: toplumsal üretici güçleri eskimiş toplumsal düzenden, ve gerçek üreticileri, büyük halk kitlesini ücretli köleliğinden azat eden bir toplumsal devrim. Ve serbest ticaret bu tarihsel evrimin doğal ve olağan atmosferi, kaçınılmaz toplumsal devrim koşullarının en kısa sürede yaratılacağı ekonomik ortam olduğu için bu nedenle, ve yalnızca bu nedenle, Marx serbest ticaret yanlısı olmuştur."(6)
Oysa bu gün biliyoruz ki, üretim fazlası ve toplumsal çöküş daha o dönemde sömürge pazarlarının açılmasıyla krizi Avrupa'dan dışarı itmiş oluyordu. Ancak Kapitalizme Emperyalizm teşhisi nin henüz konamamış olması Engels'de bir soru işareti yaratmışsa da yanıtını bulamamıştır. Sömürgeleri kasdederek Alıntı yaptığımız aynı makalede sömürgeleri kastederek Engels şunu soruyor; " Böylesine elverişli koşullar altında buharla işlenen İngiliz mamullerinin yabancıların el emeğine dayanan yerli sanayileri aleyhine etkilerini genişletmelerine şaşmamak gerek. Ancak öteki ülkelerin oturup kendilerini İngiltere'nin, "dünyanın atölyesi"nin, tarımsal ekleri haline bu değişikliğe alçakgönüllülükle boyun eğmelerimi gerekir? abç (7)
Soru ve sorun burada ahlaksal olarak konsada Marx'ın kafasındaki çözüm kesindir; "Büyük bir toplumsal devrim, burjuva çağının sonuçlarına, dünya pazarına ve modern üretici güçlere egemen duruma geldiği zaman ve bunları en ileri halkların ortak denetimine bağımlı kıldığı zaman, insanlığın ilerleyişi yaşam suyunu yalnızca boğazlanmış insanların kafatasından içen o korkunç putatapıcınınkine benzemekten çıkacaktır." (8)
Bu sorunla ilgili çözümlemelerini, biraz daha kendimize yaklaştırırsak sadece sömürgeler meselesi değil doğuda müslümanlık ve toprak mülkiyeti meselesinin de, tam olarak anlaşılamadığını görürüz;
" Ne olursa olsun, öyle görünüyorki, Asya'nın tümünde, bir uçtan ötekine, "toprakta mülkiyetsizlik" ilkesini ilk olarak koyan ve uygulayan müslümanlar olmuştur." (9)
Oysa biz islamiyetin hiçte öyle olmadığını, mülkiyeti onayladığını ve şerri kurallara bağladığını, fakat Cengiz Timur geleneğinden gelen Asya toplumlarının (özellikle Türk boylarının) Askeri demokrasiye dayalı toplumsal yapılanmalarının bunu yarattığını biliyoruz. Kaldı ki, bu gün bile Moğalistan da toprak mülkiyeti belirleyici olgu değildir. Hayvancılığın genel karakteri bozkırı ortak kullanım alanı olarak dayatmaktadır. Bu kapitalizme engel olmadığı gibi, Marks ın gelişme teorisine göre, sosyalizme geçmek için; önce toprağı paylaştırıp; (özel mülkiyete sokup) sonrada tekrar mülksüzleştirmek saçma değilmidir?
Ya da sosyalizme geçmek için Doğuda İngiliz gelişmiş kapitalizminin sömürgeci politikası ile üretim ilişkilerinin parçalanması ve yeniden İngiliz proleterlerinin öncülüğünde yapılandırılması mı gerekmektedir?
Oysa biz islamiyetin hiçte öyle olmadığını, mülkiyeti onayladığını ve şerri kurallara bağladığını, fakat Cengiz Timur geleneğinden gelen Asya toplumlarının (özellikle Türk boylarının) Askeri demokrasiye dayalı toplumsal
yapılanmalarının bunu yarattığını biliyoruz.
Gözden kaçan nokta barbar olarak nitelendirilen bu toplumların ele geçirdikleri ülkelerde kökleşmeye başlayan köleci feodal gelişmeleri, devrimci yıkıcı bir şekilde ortadan kaldırmaları, ticaret ve sanatı yerel, bölgesel yada şehirlere özgü olmaktan çıkarıp kıta düzeyinde merkezileştirerek yaymalarıydı.
Ancak bunlar Marx ve Engels tarafından yaşadıkları dönemde görülemedi ve önemi anlaşılamadı; söz sömürgelerdeki ayaklanmalara gelince, Afganistan konusunda komünal ilkel kabile yapılanmalarını parçalayan İngilizlere karşı tepki olarak değerlendirildi; "Afganlılar yiğit, yürekli ve bağımsız bir ırktır; küçümsedikleri zanaatları ve ticareti Hintlilere ve kentlerin başka sakinlerine bırakarak, çobanlık yada tarımla uğraşmaktadırlar. Onlar için savaş bir eğlence ve sıkıcı işleriyle uğraşmaktan bir kurtuluştur. Afganlar çeşitli şeflerin bir çeşit feodal üstünlüğe sahip olduğu klanlara bölünmüşlerdir.İktidara baş eğmekten hoşlanmamaları ve bireysel bağımsızlığı sevmeleri, güçlü bir ulus olmalarını engellemektedir." (10)
Hindistan'daki direniş Prenslerin denetimindeki merkezi sulamanın İngilizler eliyle çökertilmesiyle izah edilmiştir.
Çin'deki başkaldırı "halk ayaklanması" olarak adlandırılmışsa da, bu İngilizler karşısında yenilen, yozlaşmış Çin İmparatorluk gücü ardından İngiliz vahşetinin halka yönelmesiyle açıklanmıştır; "Şimdi Çinliler arasında,., farklı bir ruh hali var. O zaman halk suskundu; işkalcilerle savaşmayı imparatorun askerlerine bırakmış, ve bir yenilginin ardından da, doğulu kaderciliği ile düşmanın gücüne boyun eğmişti. Ama şimdi en azından, çarpışmaların şimdiye kadar sınırlı olduğu güney eyaletlerinde, halk kitleleri yabancılara karşı savaşta etkin, hatta fanatik rol oynamaktadır.... İngilizler onlara barbarlar olarak davrandığına göre, onları barbarlıklarının tüm nimetlerinden yoksun bırakamazlar." (11)
Doğuda sorun bu şekilde görülürken bir tarım ülkesi olan İrlanda kapitalist gelişimini tamamlamadan "ulus" olarak adlandırılan tek istisnadır ve doğudakilere değil ama onların İngiliz sömürgeciliğine karşı verdiği savaş "devrimci" olarak nitelendirilmiştir;
"İngilizler hiç bir zaman İrlandalılarla baş edememişlerdir, bunun nedenide İrlandalı ırkın esnekliğinin olmamasıdır... esas güçlerini sanki onları ezmek üzere boyunlarına sarılan yabancı askerlerden almaktadırlar."(12) "..İngiliz burjuvazisi yoksul irlandalıların zorunlu göçü ile., proleteryayı iki düşman kampa bölmüştür. Kelt işçisinin devrimci ateşi, sağlam ama yavaş Anglo Sakson işçinin yapısına uymamaktadır. Tersine, İngiltere'deki bütün sanayi merkezlerinde, İrlanda proleteryası ile İngiliz proleteryası arasında derin bir uçurum vardır... Dolayısıyla, Enternasyonal Derneğinin İrlanda sorununa yaklaşımı çok açıktır. İlk gereksinimi İngilterede sosyal devrimi ilerletmektir. Bu amaç için İrlandada büyük bir darbe yapmak gerekir. Genel Konseyin İrlandalıların affı konusundaki kararlan, bunun tüm uluslararası adalet bir yana, günümüzdeki zoraki işbirliğini (yani, İrlanda'nın köleleştirilmesini) olanaklı olursa eşit ve özgür konfederasyona, gerekirse tam ayrılığa dönüştürmenin İngiliz işiçi sınıfının kurtuluşu için bir ön koşul olduğunu kanıtlayacak başka kararların yalnızca başlangıcı olacaktır, "(l 3)
Görüldüğü gibi İrlandaya verilen bu "devrimci" misyon İngilterenin hiç bir sömürgesine verilmemiştir.
Son olarak Engels'de "Devlert Sosyalizmi" olarak adlandırılan fakat bir Ulusla tanımlanan öğeye gelelim; Avrupa proleteryasının topyekün kurtarıcı rolü karşısında Bebel ve Kautsky'nin savunduğu "sosyalist devlet" tezini eleştirmek üzere verilen örnek Java'dır.
"Eğer devlet sosyalizmine bir örnek istiyorsan Java'yı al. Orada Hollanda hükümeti eski komünist köy toplulukları temelinde tüm üretimi öylesine "sosyalist bir tarzda düzenlemiş ve tüm ürünlerin satışını öylesine mükemmel bir biçimde kendi eline almış ki., her sene 70 milyon marklık bir gelir elde ediyor." (14)
"Birisinin şu sıralarda hayli yaygınlaşan devlet sosyalizmi maskesini, uygulamada ortaya serildiği Java örneğinden yararlanarak, indirme zahmetine katlanması gerekiyor.... Hollandalıların, üretimi, eski kabile (gentille) komünizmi (Gemeinde kommunismus) temelinde, devlet temelinde nasıl örgütledikleri ve rahat bir yaşam diye düşündükleri şeyi halka nasıl sağladıkları görülecektir. Sonuç; halk ilkel aptallık aşamasında tutulmakta ve Hollanda devlet hazinesi 70 milyon mark ..toplamaktadır...Aklıma gelmişken söyleyeyim, bu durum gösteriyor ki, bu gün ilkel komünizmde (modern komünizmin bazı ögeleriyle yenilenmediği sürece) Hindistan ve Rusyada olduğu gibi, sömürü ve despotizm için çok iyi bir olanak sağlamaktadır, ve modern toplumun koşullan düşünülünce,., ya ortadan kaldırılması yada geriletilmesi gerekir." (15)
Kısacası Marx ve Engels'de ulus kavramına, bu gün anladığımız biçimde bazı tanımlamalr getirilmiş fakat tam içeriği ve önemi kavranamamıştır. Oysa Ardından gelen sosyalistlerin başını ençok uğraştıran sorunların başında bunlar, yani; ulusal sorun ve sömürgeler sorunu gelecektir.
Yukardaki Java örneği Çok kısa bir süre sonra Rus devriminde Rus devrimcileriyle birlikte yer alan Tatar Başkurt Türk haklarıyla yaşanacak ve bu halkların Asyatik Cengizhan geleneğinden gelen (komünal askeri) yapılanmaları modern komünizmle kendi yolundan ilerletilmeyecek fakat geri bir tarz olarak tasfiye edilecektir.
İkinci nokta, sömürgelerin sömürgecilere karşı savaşımı ve bunun kapitalizm üzerindeki yıkıcı etkisi kavranamamıştır. Bu Rus devrimiyle birlikte tartışılacak ve Avrupa proleteryası yada "ileri Rus işçileri"nin tayin edici önemi gibi yaklaşımlar olarak tekrar gündeme gelecektir.
Gerekli maddi temeli sağladığımıza göre, artık "ulus" ve "sömürgelerin ulusal sosyalizmi" kavramlarına doğru Lenin Stalin ve Rus devrimi pratiğinde yol alabiliriz.
Fakat şimdiden kesin olarak şunu belirtebiliriz ki,"ileri ülke ve halkların muzaffer proleteryası" tezi günümüze kadar sömürgeci halkların şövenist politikalarında sosyalist-Marksist bir maske ya da gerekçe olarak kullanılmıştır.
Garip olan şudur ki, Rus devriminin başarıya ulaşması Çarlığın esir halkları sayesinde olduğu gibi, Sovyetler Birliği nin yıkılması da aynı şekilde; Ulusların kopuşuyla olmuştur. Avrupanın geri proleterleri; Rus işçileri Asya nın ulusları için İleri proleter öncü rolüne soyunup steplerde Kalpaklı İngiliz rolüne soyununca, tıpkı "ileri üretim ilişkileri" götürdükleri Hindistanda ki, gibi kalpaklarını bırakıp Moskavaya dönmek zorunda kaldılar.
Bence sorun şu; İngilizler Yeni Zelanda ve Avusturalya da yerli halkı yok ederek adayı Beyazlaştırdılar! Ne yazık ki, İngiliz sömürgeciliği gelişmiş bir kapitalizmi ancak bu sayede oralara taşıyabildi. Amerika nın kuruluş hikayeside budur. İşi Marks ve onun anlattıklarını Rus şövenizmine kılıf geçiren "İleri Ruslara" bıraksaydık, bizimde Asya dan silinmemiz barbarlığın, sonu medeniyetin başlangıcı olacaktı!
Ne sosyalizm ama!...
Yazan ve alıntılayan: N.Türk
Sömürgeciliğin konusu olan bu ülkelerden zaman zaman ulus (nationalites) olarak bahsedilse de, bu toplumlar toprak ve dil birliğine sahip olmalarına rağmen, ırk yada kabileler toplamı olarak anlaşılmıştır, (s. 168)
Kısacası "ulus" Avrupa ve burjuva devrimleriyle sınırlı tutulmuştur. Sanayi burjuvazisinin ulusun sözcülüğünü üstlendiği doğrudur, ancak bunun yaşama geçmesi, işçi ve köylülerin burjuvalar tarafından silah başına çağrılmasıyla değil, sanayi burjuvazisinin sömürgeci politikasına onları ortak edilmesiyle tamamlanmıştır.
Bunun anlamı sömürgelerden aktarılan zenginiğin "demokrasi" adı altında "ulusun yani burjuvazinin" yandaşı haline gelen emekçiler tarafından da paylaşılmasıdır. Sorun, onlar tarafından tam olarak bu şekilde konmasa da, bunun ip uçlarını Engels'de görüyoruz;
"Serbest ticaret, mali ve ticari, iç ve dış politikanın tümünü, İngiltere'nin, (ulus) adına iş yapan sınıf olan sanayici kapitalistlerin çıkarlarına uyarlanması anlamına gelir.... her şey tek bir amaca, sanayici kapitalist için en fazla önemi olan bir amaca bağlı bulunuyordu: bütün hammaddelerin ve özellikle, işçi sınıfının yaşam araçlarının fiyatının düşürülmesi; hammadde maliyetinin düşürülmesi ve ücretlerindüşürülmese bile düşük düzeyde tutulması. İngiltere dünyanın "atölyesi" durumuna gelecek; bütün öteki ülkeler, İngiltere için İrlanda şimdi ne ise o yani ona karşılık olarak hammadde ve yiyecek sağlayan, sanayi ürünleri için pazarlar olacaktır."(IX)
Sömürgecilik sadece karlı bir gasp işlemi olduğu için değil ama aynı zamanda, ulusal pazarın rekabetçi dar, sınırları içinde yıkıcı devrimci hale gelen emekçileri tehlikeli olmaktan çıkaran bir çare olarak "ulus devleti"in ana politikasını oluşturmuştur.
Engels bu bağlaşıklığı şöyle nitelendiriyor:"Kapitalist manifaktür dönemi boyunca gelişmesiyle birjikte, Avrupa kamuoyu, utanc ve vicdan denen şeyin son kalıntılarını, da yitirmişti. Uluslar, kapitalist birikim aracı olarak kendilerine hizmet eden her türlü aracı övüyorlardı .... Eğer para, Auger'in dediği gibi, "dünya ya bir yanağında doğuştan kan lekesi ile geliyor"sa, sermaye tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayarak geliyor." (2)
Bu tanımlamalara rağmen Marx tarafından sömürgecilik geri ülkelerde, geri üretim tarzlarını parçalayan acı verici ama zorunlu olması gereken bir süreç olarak adlandırılmıştır. 2 haziran 1853'de Engelse yazdığı mektupda Berier'i Doğu sorununda haklı görmesine rağmen, kendi yaklaşımını sorgulamamıştır: "Toprak mülkiyetinin olmayışı gerçektende doğunun tümü için anahtar. Doğunun siyasal ve dinsel tarihi bu noktaya dayanıyor. Ama nasıl oldu da doğulular, feodal biçimde de olsa, toprak mülkiyetine varamadılar? .... Bir doğu hükümetinin hiçbir zaman üçten fazla departmanı olmadı: maliye (ülke içi yağma), savaş (ülke dışı yağma) ve bayındırlık (yeniden üretim için hazırlık)." (3)
Ayrıca sömürgelerde patlayan ayaklanmalara özel devrimci bir nitelik verilmemiştir:
Bunlar "halk ayaklanması" olarak nitelendirilse bile yapılan analizler son derece ilginçtir; "..İngiliz işçilerin sömürge politikası hakkında ne düşündüğünü soruyorsunuz. Evet, politika hakkında genel olarak ne düşünüyorlarsa onu; burjuva ne düşünüyorsa onu.... işçiler de İngiltere'nin dünya pazarındaki ve sömürgelerdeki tekelinden kendi paylarına düşeni afiyetle yiyorlar."
Alıntıya burada biraz ara vererek duralım ve kendimize şu soruyu soralım; çözüm olarak ne önerdiler? Avrupa proleteryasının greve gitmesi yada Avrupa proleteryasına da tebelleş olan burjuvazinin sömürgelerde tepelenmesi mi? Hayır! Devam ediyorum:
"Benim görüşüme göre, asıl koloniler, yani Avrupalı nüfusun yerleştiği ülkeler Kanada.Kap, Avustralya hepsi bağımsız hale gelecek; öte yandan boyun eğdirilmiş ülkeler olan yerli nüfusun yaşadığı Hindistan, Cezayir ve Hollanda'nın, Portekiz'in ve İspanya'nın ellerinde bulunan ülkeler şimdilik proleterya tarafından devralınmalı ve olabildiği ölçüde hızla bağımsızlığa kavuşturulmalıdır. Bu süreç nasıl gelişir söylemesi güç. Hindistan belki, hatta çok olasıdır ki, bir devrim yapacaktır; ama proleterya kendi kurtuluş sürecinde herhangi bir sömürge savaşını yürütemiyeceği için, Hindistan'a ne yapması gerektiği söylenemiyecektir; kuşkusuz böyle işler, her türlü yıkımı yapmadan geçip gitmez, ama tüm devrimlerde böyle şeyler olur. ... Bizim, kendi ülkemizde yapacak yeterince işimiz var. Yeniden örgütlenmiş bir Avrupa ve bir Kuzey Amerika öylesine dev bir güce erişecek ve öylesine bir örnek oluşturacak ki, yarı uygarlaşmış ülkeler (bizi kastediyor olmalı) otomatik olarak onların izinden yürüyecektir; Bana öyle görünüyor ki, bu ülkelerin bizim gibi, aynı biçimde, sosyalist örgütlenmeye ulaşmadan önce geçmek zorunda oldukları toplumsal ve siyasal evreler üzerine yapacağımız varsayımlar yalnızca boşa olur. Tek bir şey kesin utkan proleterya kendi utkusunu dinamitlemeden, hiç bir yabancı halka mutluluk dayatamaz." abç (4) Görüldüğü gibi Avrupalı koloniler dışında kalan sömürgelerin bağımsız olmaları dahi şüphe götürürken, kurtuluşu Amerikalı ve Avrupalı proleterlerin zaferine kadar ertelemek gerekiyor.
Marx'ın sömürgelere bakış açısına gelince; "Burjuvazi, kırı kentin egemenliğine soktu. Çok büyük kentler yarattı, kentsel nüfusu, kıra kıyasla, büyük ölçüde arttırdı ve böylece, nüfusun oldukça büyük bir kısmını kırsal yaşamın bönlüğünden kurtardı. Kırı nasıl kentlere bağımlı kıldıysa, barbar ve yarı barbar ülkeleri de, uygar olanlara, köylü ulusları burjuva uluslara, Doğuyu Batıya bağımlı kıldı, abç (5) Henüz ulus konusuna değinmediğimiz düşünülebilir, sorun da buradadır: Marx sömürgelerin uluslaşma sürecine değinmediği gibi bunu gereklide görmez. Aksine kapitalizmin serbest ticaret ile, (ilerde avrupa proleteryasının arkasına takılacak toplumların) medeniştirici ve çözücü rolü üzerinde durur.
Nasılmı?
"Buhar, elektrik, makinenin pek büyük üretim gücü ancak serbest ticaret altında tam olarak gelişebilir; ve gelişme ne kadar hızlı olursa, onun kaçınılmaz sonuçları da daha kısa sürede ve daha tam olarak gerçekleşebilir; toplum iki sınıfa bölünür, bir yanda kapitalistler, bir yanda ücretli işçiler, bir yanda kalıtsal ücret, bir yandak kalıtsal güç; piyasalar sanayinin sürekli olarak artan üretimini ememediğinden, arz talebi aşar; sürekli olarak yineleyen bir gönenç devresi, mal fazlası, bunalım, panik, kronik çöküntü ve ticaretin yavaş yavaş canlanması, sürekli bir iyileşmenin değil, ama yeni bir üretim fazlasının ve bunalımın habercisi; kısacası, üretim güçleri öyle bir derecede gelişir ki, dayanılmaz engellere karşı olduğu gibi, harekete geçirilildikleri toplumsal kurumlara karşı da isyan ederler; tek geçerli çözüm: toplumsal üretici güçleri eskimiş toplumsal düzenden, ve gerçek üreticileri, büyük halk kitlesini ücretli köleliğinden azat eden bir toplumsal devrim. Ve serbest ticaret bu tarihsel evrimin doğal ve olağan atmosferi, kaçınılmaz toplumsal devrim koşullarının en kısa sürede yaratılacağı ekonomik ortam olduğu için bu nedenle, ve yalnızca bu nedenle, Marx serbest ticaret yanlısı olmuştur."(6)
Oysa bu gün biliyoruz ki, üretim fazlası ve toplumsal çöküş daha o dönemde sömürge pazarlarının açılmasıyla krizi Avrupa'dan dışarı itmiş oluyordu. Ancak Kapitalizme Emperyalizm teşhisi nin henüz konamamış olması Engels'de bir soru işareti yaratmışsa da yanıtını bulamamıştır. Sömürgeleri kasdederek Alıntı yaptığımız aynı makalede sömürgeleri kastederek Engels şunu soruyor; " Böylesine elverişli koşullar altında buharla işlenen İngiliz mamullerinin yabancıların el emeğine dayanan yerli sanayileri aleyhine etkilerini genişletmelerine şaşmamak gerek. Ancak öteki ülkelerin oturup kendilerini İngiltere'nin, "dünyanın atölyesi"nin, tarımsal ekleri haline bu değişikliğe alçakgönüllülükle boyun eğmelerimi gerekir? abç (7)
Soru ve sorun burada ahlaksal olarak konsada Marx'ın kafasındaki çözüm kesindir; "Büyük bir toplumsal devrim, burjuva çağının sonuçlarına, dünya pazarına ve modern üretici güçlere egemen duruma geldiği zaman ve bunları en ileri halkların ortak denetimine bağımlı kıldığı zaman, insanlığın ilerleyişi yaşam suyunu yalnızca boğazlanmış insanların kafatasından içen o korkunç putatapıcınınkine benzemekten çıkacaktır." (8)
Bu sorunla ilgili çözümlemelerini, biraz daha kendimize yaklaştırırsak sadece sömürgeler meselesi değil doğuda müslümanlık ve toprak mülkiyeti meselesinin de, tam olarak anlaşılamadığını görürüz;
" Ne olursa olsun, öyle görünüyorki, Asya'nın tümünde, bir uçtan ötekine, "toprakta mülkiyetsizlik" ilkesini ilk olarak koyan ve uygulayan müslümanlar olmuştur." (9)
Oysa biz islamiyetin hiçte öyle olmadığını, mülkiyeti onayladığını ve şerri kurallara bağladığını, fakat Cengiz Timur geleneğinden gelen Asya toplumlarının (özellikle Türk boylarının) Askeri demokrasiye dayalı toplumsal yapılanmalarının bunu yarattığını biliyoruz. Kaldı ki, bu gün bile Moğalistan da toprak mülkiyeti belirleyici olgu değildir. Hayvancılığın genel karakteri bozkırı ortak kullanım alanı olarak dayatmaktadır. Bu kapitalizme engel olmadığı gibi, Marks ın gelişme teorisine göre, sosyalizme geçmek için; önce toprağı paylaştırıp; (özel mülkiyete sokup) sonrada tekrar mülksüzleştirmek saçma değilmidir?
Ya da sosyalizme geçmek için Doğuda İngiliz gelişmiş kapitalizminin sömürgeci politikası ile üretim ilişkilerinin parçalanması ve yeniden İngiliz proleterlerinin öncülüğünde yapılandırılması mı gerekmektedir?
Oysa biz islamiyetin hiçte öyle olmadığını, mülkiyeti onayladığını ve şerri kurallara bağladığını, fakat Cengiz Timur geleneğinden gelen Asya toplumlarının (özellikle Türk boylarının) Askeri demokrasiye dayalı toplumsal
yapılanmalarının bunu yarattığını biliyoruz.
Gözden kaçan nokta barbar olarak nitelendirilen bu toplumların ele geçirdikleri ülkelerde kökleşmeye başlayan köleci feodal gelişmeleri, devrimci yıkıcı bir şekilde ortadan kaldırmaları, ticaret ve sanatı yerel, bölgesel yada şehirlere özgü olmaktan çıkarıp kıta düzeyinde merkezileştirerek yaymalarıydı.
Ancak bunlar Marx ve Engels tarafından yaşadıkları dönemde görülemedi ve önemi anlaşılamadı; söz sömürgelerdeki ayaklanmalara gelince, Afganistan konusunda komünal ilkel kabile yapılanmalarını parçalayan İngilizlere karşı tepki olarak değerlendirildi; "Afganlılar yiğit, yürekli ve bağımsız bir ırktır; küçümsedikleri zanaatları ve ticareti Hintlilere ve kentlerin başka sakinlerine bırakarak, çobanlık yada tarımla uğraşmaktadırlar. Onlar için savaş bir eğlence ve sıkıcı işleriyle uğraşmaktan bir kurtuluştur. Afganlar çeşitli şeflerin bir çeşit feodal üstünlüğe sahip olduğu klanlara bölünmüşlerdir.İktidara baş eğmekten hoşlanmamaları ve bireysel bağımsızlığı sevmeleri, güçlü bir ulus olmalarını engellemektedir." (10)
Hindistan'daki direniş Prenslerin denetimindeki merkezi sulamanın İngilizler eliyle çökertilmesiyle izah edilmiştir.
Çin'deki başkaldırı "halk ayaklanması" olarak adlandırılmışsa da, bu İngilizler karşısında yenilen, yozlaşmış Çin İmparatorluk gücü ardından İngiliz vahşetinin halka yönelmesiyle açıklanmıştır; "Şimdi Çinliler arasında,., farklı bir ruh hali var. O zaman halk suskundu; işkalcilerle savaşmayı imparatorun askerlerine bırakmış, ve bir yenilginin ardından da, doğulu kaderciliği ile düşmanın gücüne boyun eğmişti. Ama şimdi en azından, çarpışmaların şimdiye kadar sınırlı olduğu güney eyaletlerinde, halk kitleleri yabancılara karşı savaşta etkin, hatta fanatik rol oynamaktadır.... İngilizler onlara barbarlar olarak davrandığına göre, onları barbarlıklarının tüm nimetlerinden yoksun bırakamazlar." (11)
Doğuda sorun bu şekilde görülürken bir tarım ülkesi olan İrlanda kapitalist gelişimini tamamlamadan "ulus" olarak adlandırılan tek istisnadır ve doğudakilere değil ama onların İngiliz sömürgeciliğine karşı verdiği savaş "devrimci" olarak nitelendirilmiştir;
"İngilizler hiç bir zaman İrlandalılarla baş edememişlerdir, bunun nedenide İrlandalı ırkın esnekliğinin olmamasıdır... esas güçlerini sanki onları ezmek üzere boyunlarına sarılan yabancı askerlerden almaktadırlar."(12) "..İngiliz burjuvazisi yoksul irlandalıların zorunlu göçü ile., proleteryayı iki düşman kampa bölmüştür. Kelt işçisinin devrimci ateşi, sağlam ama yavaş Anglo Sakson işçinin yapısına uymamaktadır. Tersine, İngiltere'deki bütün sanayi merkezlerinde, İrlanda proleteryası ile İngiliz proleteryası arasında derin bir uçurum vardır... Dolayısıyla, Enternasyonal Derneğinin İrlanda sorununa yaklaşımı çok açıktır. İlk gereksinimi İngilterede sosyal devrimi ilerletmektir. Bu amaç için İrlandada büyük bir darbe yapmak gerekir. Genel Konseyin İrlandalıların affı konusundaki kararlan, bunun tüm uluslararası adalet bir yana, günümüzdeki zoraki işbirliğini (yani, İrlanda'nın köleleştirilmesini) olanaklı olursa eşit ve özgür konfederasyona, gerekirse tam ayrılığa dönüştürmenin İngiliz işiçi sınıfının kurtuluşu için bir ön koşul olduğunu kanıtlayacak başka kararların yalnızca başlangıcı olacaktır, "(l 3)
Görüldüğü gibi İrlandaya verilen bu "devrimci" misyon İngilterenin hiç bir sömürgesine verilmemiştir.
Son olarak Engels'de "Devlert Sosyalizmi" olarak adlandırılan fakat bir Ulusla tanımlanan öğeye gelelim; Avrupa proleteryasının topyekün kurtarıcı rolü karşısında Bebel ve Kautsky'nin savunduğu "sosyalist devlet" tezini eleştirmek üzere verilen örnek Java'dır.
"Eğer devlet sosyalizmine bir örnek istiyorsan Java'yı al. Orada Hollanda hükümeti eski komünist köy toplulukları temelinde tüm üretimi öylesine "sosyalist bir tarzda düzenlemiş ve tüm ürünlerin satışını öylesine mükemmel bir biçimde kendi eline almış ki., her sene 70 milyon marklık bir gelir elde ediyor." (14)
"Birisinin şu sıralarda hayli yaygınlaşan devlet sosyalizmi maskesini, uygulamada ortaya serildiği Java örneğinden yararlanarak, indirme zahmetine katlanması gerekiyor.... Hollandalıların, üretimi, eski kabile (gentille) komünizmi (Gemeinde kommunismus) temelinde, devlet temelinde nasıl örgütledikleri ve rahat bir yaşam diye düşündükleri şeyi halka nasıl sağladıkları görülecektir. Sonuç; halk ilkel aptallık aşamasında tutulmakta ve Hollanda devlet hazinesi 70 milyon mark ..toplamaktadır...Aklıma gelmişken söyleyeyim, bu durum gösteriyor ki, bu gün ilkel komünizmde (modern komünizmin bazı ögeleriyle yenilenmediği sürece) Hindistan ve Rusyada olduğu gibi, sömürü ve despotizm için çok iyi bir olanak sağlamaktadır, ve modern toplumun koşullan düşünülünce,., ya ortadan kaldırılması yada geriletilmesi gerekir." (15)
Kısacası Marx ve Engels'de ulus kavramına, bu gün anladığımız biçimde bazı tanımlamalr getirilmiş fakat tam içeriği ve önemi kavranamamıştır. Oysa Ardından gelen sosyalistlerin başını ençok uğraştıran sorunların başında bunlar, yani; ulusal sorun ve sömürgeler sorunu gelecektir.
Yukardaki Java örneği Çok kısa bir süre sonra Rus devriminde Rus devrimcileriyle birlikte yer alan Tatar Başkurt Türk haklarıyla yaşanacak ve bu halkların Asyatik Cengizhan geleneğinden gelen (komünal askeri) yapılanmaları modern komünizmle kendi yolundan ilerletilmeyecek fakat geri bir tarz olarak tasfiye edilecektir.
İkinci nokta, sömürgelerin sömürgecilere karşı savaşımı ve bunun kapitalizm üzerindeki yıkıcı etkisi kavranamamıştır. Bu Rus devrimiyle birlikte tartışılacak ve Avrupa proleteryası yada "ileri Rus işçileri"nin tayin edici önemi gibi yaklaşımlar olarak tekrar gündeme gelecektir.
Gerekli maddi temeli sağladığımıza göre, artık "ulus" ve "sömürgelerin ulusal sosyalizmi" kavramlarına doğru Lenin Stalin ve Rus devrimi pratiğinde yol alabiliriz.
Fakat şimdiden kesin olarak şunu belirtebiliriz ki,"ileri ülke ve halkların muzaffer proleteryası" tezi günümüze kadar sömürgeci halkların şövenist politikalarında sosyalist-Marksist bir maske ya da gerekçe olarak kullanılmıştır.
Garip olan şudur ki, Rus devriminin başarıya ulaşması Çarlığın esir halkları sayesinde olduğu gibi, Sovyetler Birliği nin yıkılması da aynı şekilde; Ulusların kopuşuyla olmuştur. Avrupanın geri proleterleri; Rus işçileri Asya nın ulusları için İleri proleter öncü rolüne soyunup steplerde Kalpaklı İngiliz rolüne soyununca, tıpkı "ileri üretim ilişkileri" götürdükleri Hindistanda ki, gibi kalpaklarını bırakıp Moskavaya dönmek zorunda kaldılar.
Bence sorun şu; İngilizler Yeni Zelanda ve Avusturalya da yerli halkı yok ederek adayı Beyazlaştırdılar! Ne yazık ki, İngiliz sömürgeciliği gelişmiş bir kapitalizmi ancak bu sayede oralara taşıyabildi. Amerika nın kuruluş hikayeside budur. İşi Marks ve onun anlattıklarını Rus şövenizmine kılıf geçiren "İleri Ruslara" bıraksaydık, bizimde Asya dan silinmemiz barbarlığın, sonu medeniyetin başlangıcı olacaktı!
Ne sosyalizm ama!...
Yazan ve alıntılayan: N.Türk
Kaynakçaya nereden ulaşabilirim ? Garip bir durum var burada yazılanların tümü aynı cümleler ve benzer kurgu ile 2017 basımı Halit Kakınç'ın Kızıl Turan adlı kitabında yer almakta. Bu yazı ise 2015'de yazılmış. Cidden aklım karıştı. Bilgilendirici bir geri dönüş yaparsanız çok memnun olurum. murat.gurbuzer@hotmail.com mail adresim. Teşekkür ediyorum.
YanıtlaSil